paylaş
FaceBook

Sabah namazı, günün ilk imtihanı, ilk ibadetidir. Dolayısıyla güne iyi başlayıp ilk imtihanı başarmalısınız ki, diğer imtihan ve tehlikelere karşı daha güçlü ve donanımlı olasınız. Nitekim Peygamberimiz (sav); "Kim sabah namazını kılarsa, Allah'ın garantisi altındadır" (Kütüb-i Sitte, c.17, s.541) buyurarak bu gerçeği belirtir.

Sabah namazını kılarak, güne "Allah'ın garantisi" altında başlayan bir mü'min, artık ertesi güne kadar karşılaşacağı mücadele ve tehlikelerde büyük bir güven ve güç sahibidir.
Rabbimiz sabah namazı hakkında şöyle buyurur: "Güneşin zevalinden (öğle vaktinde batıya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazlarını dosdoğru kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir." [İsra:78]
Görüldüğü gibi dört vakti bir anda zikreden Rabbimiz, önemine binaen sabah namazını ayrıca emretmiştir. Çünkü onun şahitleri, gece ve gündüz melekleridir. Rivayete göre, bu melekler sabah namazında imamın arkasında birleşirler. Sonra gündüz melekleri kalır, gece melekleri semaya yükselirler. Ahirette bu meleklerin size şahitlik etmesini istemez misiniz?
Sabah namazının sünneti bile dünyadan hayırlı
Sabah namazı o kadar önemlidir ki, onun iki rekât sünneti en kuvvetli sünnettir. Hadiste, "Sizi atlılar kovalayacak bile olsa sabah namazının iki rekât sünnetini terk etmeyin", "O, dünyanın tamamından hayırlıdır" buyrulmuştur. (Kütüb-i Sitte, c.8, s.424) Yine bir hadiste sabah namazının iki rekât sünnetinin, bir başka hadiste de iki rekât farzının dünya ve içindekilerden hayırlı olduğu belirtilmiştir.
Acaba sabah namazına engel gibi gösterilen hangi bahane, dünyanın tümünden daha değerli olabilir? Namaza bahane gösterdiğimiz hangi sıkıntı, hangi tehlike, bizi düşmanların kovalaması kadar korkunç olabilir? Bu durumda bile sabah namazını kılmamız emrediliyor. Çünkü her şeyin sahibi Allah'tır. Onun emri yapıldıktan sonra hiçbir tehlike bize zarar veremez. Verse bile, görünüşte dünyamız yıkılmış, ama ahiretimiz kurtulmuş olur. Faniyi verip bakiyi kazanan zarar eder mi?
Sahabeler yaralıyken bile namazı terk etmezlerdi
Peygamberimizin (sav), güzide sahabeleri namaza öylesine önem verirlerdi ki, onun uğrunda hiçbir engel tanımaz, savaş, yaralanma, ölüm bile vız gelirdi.
Dünyada iken Cennetle müjdelenenlerden Hz. Ömer (r.a.), kanlı bir suikasta uğramıştı. Yarasından kanlar akarken sabah namazını kılmış, namazı terk etmeyi aklından bile geçirmemişti.
Yine Hendek Savaşında yaralanan ashabın büyüklerinden Sa'd bin Muaz (r.a.) için mescidin içinde çadır kurulmuş, kanları akarken orada namazını kılmış ve bu hal üzere vefat etmişti. Hz. Sa'd, namaza büyük önem verir, asla terk etmezdi. Namaz onu öyle büyük bir makama çıkarmıştı ki, vefatından sonra çok üzülen Efendimiz (sav), şunları söylemişti: "Sa'd'ın cenazesi üzerine Rahmân'ın Arşı titremiştir. Onun için daha önce yeryüzüne ayak basmamış 70 bin melek inmiştir."
İşte sahabenin dünyasında namazdan daha önemli bir ibadet, ondan daha değerli bir davranış yoktu. Onun uğruna canlarını, mallarını, her şeylerini feda etmekten çekinmezlerdi. Demek ki, namaz en değerli varlık olan canı bile hiçe sayacak kadar değerli, önemli, lezzetli, saadetli bir ibadettir.
Sabah namazının vakti güneş doğunca çıkar
Her namaz vakti gibi, sabah namazının vakti de çok mühimdir. Ne var ki, bazı Müslümanlar, sabah namazının vaktini bilmiyor ve önemsemiyor. Sanıyorlar ki, sabah namazı öğleye kadar kılınabilir. Oysa bu kesinlikle yanlıştır. Sabah namazının vakti, orucun başladığı an olan imsak vaktinde başlar, güneş doğunca biter. Takvimlerde yazan imsak vakti, sabah namazının başladığı ilk vakittir. Fakat Hanefîlerde faziletli olan, sabah namazını güneş doğmadan 30-40 dakika önce kılmaktır. Yine takvimlerde "güneş" diye belirtilen vakit, güneşin doğduğu ve sabah namazının vaktinin çıktığı anı gösterir.
Demek ki, sabah namazını mutlaka güneş doğmadan önce kılmak gerekir. Güneş doğduktan sonra sabah namazının ancak kazası kılınır. Bazı kimseler, "Güneş doğduktan sonra kılarsak borcumuzu öderiz, ama sevabı olmaz" diye düşünüyorlar. Bunun gerçekle bir ilgisi yoktur. Böyle olmasaydı, niçin Peygamberimiz (sav) ve arkasından gelen milyarlarca Müslüman asırlardır sabahın karanlığında caminin yolunu tutuyor?
"Kalkma tedbirlerini almadan" sabah namazını kaçırınca, "Ne yapayım, uyanamadım" demekle sorumluluktan kurtulamazsınız. Dua, önemseme, erken yatma, uyarıcı araç kullanma gibi tüm tedbirleri aldıktan sonra yine de namaza kalkamamışsanız, elbette öğleden önce kazasını sünnetiyle birlikte kılmanız gerekir. Yine de tövbe ve istiğfar etmek, "Allah'ım, bir daha sabah namazına kalkamama acısı yaşatma" diye yalvarmanız gerekir.
En çok kazaya bırakılan namaz
Bunca önemine ve faziletine rağmen en çok kazaya bırakılan namaz, sabah namazıdır. Namaz kılanlar arasında yaptığımız bir ankete göre, "En çok hangi namazı kazaya bırakıyorsunuz?" sorusuna verilen cevap yüzde 70 oranında, "sabah anamazı" şeklindedir.
Rabbini sevdiğini iddia eden bir kulun, "samimiyet, vefa ve sadakat" imtihanı olan sabah namazına gösterilen bahaneler, yorgunluk, uykusuzluk, yolculuk, hastalık, soğuk, gusül ihtiyacı, misafirlik, uyarıcı aracın yokluğu veya yetersizliği gibi hususlardır.
Oysaki iş, okul, askerlik, eğlence, alış veriş gibi hususlarda bu tür bahaneler hiçe sayılmaktadır. Abdestle birlikte en fazla on dakikamızı alan sabah namazı, bu işlerden çok daha kolay ve zevklidir.
Acaba sabah namazına camiye gelen herkese bir çeyrek altın verilse, hiç gelmeyen olur mu? "Ne yapayım, uykum var, yorgunum, işim yoğun, hastayım" diyen çıkar mı?
Hâlbuki sabah namazı bir çeyrek altın değerinde değil; dünya ve içindeki her şeyden daha hayırlıdır.
Büyük camilerde sabah namazı kılın
Sabah namazı, coşku, sevinç, duygu yüklü bir namazdır. Eğer ondaki manevî zevk ve hazzı bütün haşmetiyle hissetmek isterseniz, büyük ve manevî havası yoğun olan camilerde namaz kılın. İstanbul Eyüp Sultan'da, Süleymaniye'de, Sultanahmed'de, Edirne Selimiye'de, Ankara Hacıbayram'da, Kocatepe'de, Bursa Ulucami'de, Şanlıurfa Halilürrahman'da, Konya'da Mevlânâ'nın yanındaki Selimiye Camisinde ya da bunlara benzer muhteşem camilerde sabah namazını kılın ve sanki Cennetten gelen manevî havayı doyasıya soluyun.
Eğer kısmet olursa Kâbe'de Mescid-i Haram'da, Medine'de Mescid-i Nebevî'de, Kudüs'te Mescid-i Aksa'da sabahı ve diğer vakit namazlarını kılın ve kendinizi âdeta Asr-ı Saadet'te farz edin. Hayalen 14 asır öncesine gidin. Sanki Resulullah ve güzide sahabeleri hayatta. Sanki Bilâl-i Habeşî, Kâbe'nin damına çıkmış, okuduğu ezan yeri göğü çınlatıyor. Sanki canımız, cananımız, biricik sevgilimiz, güzeller güzeli Peygamber Efendimiz (sav) mihrapta imam olmuş, bize namaz kıldırıyor. Sanki insanlığın yıldızları olan sahabelerle omuz omuza saf tutmuş, namaz kılıyorsunuz. Allah'ım, bundan daha büyük bir saadet, bundan daha büyük bir zevk ve haz olabilir mi?
Tesbihat ve duayı hiç ihmal etmeyin
Bazı kimseler, namaz kıldıktan sonra tesbih ve duâyı terk ederek, Allah'ın huzurundan ayrılıyor. Oysa tesbihat ve dua, özellikle sabah namazından sonra çok daha önemli ve faziletlidir. Hem tesbihattaki kelimeler, namazın özü ve çekirdekleridir.
Tanıdığım bir gencin namazdan sonra dua etmeden sohbete daldığını görünce dedim ki: "Sen bir yerde ücretli olarak çalışsan, akşama kadar birçok işi görüp yorulduktan sonra, işveren ücretini vereceği zaman almadan gider misin?"
Böyle bir şeyi kesinlikle yapmayacağını söyledi. Ama sen namazını kıldın. Vazifeni yerine getirdin. Resulullah, namazdan sonra tesbihat yapanın bütün günahlarının affolacağını söylüyor. (Tirmizi, Dua: 3695) Allah da her zaman ve her an af ve mağfiret, lütuf ve ihsan kapısını açmış, adeta 'Dile Benden ne dilersen' diyor. Sen de davranışınla, 'Hayır, ben hiçbir şey istemiyorum' diyorsun. Bu doğru mu?" dedim, hak verdi.
Evet, namazını kılıp hazır Allah'ın huzurundayken bir şey istemeden çekilip gidenleri, ücretini almayan işçiye benzetiyorum. Aslında tesbih ve dua karşılığında Allah'ın bizlere verdiği ikramlar, ücret değil; çünkü biz ücretimizi peşin olarak almışız. Dünyaya gelişimiz, insan ve Müslüman oluşumuz, nail olduğumuz vücut, sağlık nimetleri hiçbir ibadetle karşılığı verilemeyecek kadar büyük ücretler. Tesbih ve duâmız karşısında nâil olacağımız nimetler ise, tamamen bir ikram, bir ihsan, bir lütuftur.
Tesbih ve duayı terk ederek, bu ikram ve ihsan denizinden mahrum olmamak gerekir.

Cemil Tokpınar

http://islamisigi.de/images/onmenuresimleri/Allaha-yakinlasma-geri-don-logo.png

883">