Halka gösteriş yaparak,Hakk’ın rızası kazanılmaz!
Niyet, bir kasd ve teveccüh, bir azim ve şuur olmakla birlikte, kişinin bir işi yapmaya karar verip, kalbinde o işi neden yapacağı düşüncesinin belirmesidir.
Niyet sayesinde insan, nereye yöneldiğini ve ne istediğini bilme şuuruna ulaşır.
Müminler olarak, kulluk vazifelerimizi Allah subhanehu ve taala’nın rızası için yapmalıyız. Başka maksatlarla yapılan işlerde hayır yoktur.
İbadet Allahu Teala için yapılırsa, değeri çok büyük olur. Başkalarının senasına veyahud ihsana nail olmak gayesiyle yapılırsa, bilakis Hak Celle ve ala Hazretlerinin gazabına sebep olur, ki zahiren kusursuz gibi görünen bu ameller sahibinin cehenneme girmesine bile sebep olabilir.
İbadetler hangi niyetle yapılmışsa, karşılığı o niyetteki ihlas ve samimiyet ölçüsünde olur. Halis bir niyetle vazifesini ifa edenler hem dünya hem de ahiret nimetlerine nail olurlar. Niyetlerinde samimi olmayanlar ise ihlassızlıklarının neticesi olarak hüsrana uğrarlar.
Allahü Teala ve tekaddes hazretleri, kullarının hatasız ihlasla yapmış oldukları dış ibadetlerini mükafatlandırdığı gibi kullarının kalplerinde beslemiş oldukları saf, temiz niyetlerini de belki daha ziyadesiyle değerlendirir.
Yapılan işleri, Allah katında değerli kılacak olan, niyetimizin sağlam olmasıdır. İhlâs ve samimiyetimiz; yani o işleri sadece Allah’ın rızasını kazanmak niyetiyle yapmış olmamız o yaptığımız işe kıymet kazandırır. İnsanların takdir ve teveccühlerini kazanmak veya hem Allah rızasını, hem de insanların takdirini kazanmak düşüncesiyle yapılan ibadet ve hizmetlerin, Allah katında hiçbir değerinin olmadığını şu hadis-i şerifler aşikâr bir surette ortaya koymaktadır: “Bir adam Rasulullah sallallâhu aleyhi veselleme gelerek: “Ey Allah’ın Rasulü! Ben yaptığım işte öyle bir niyet taşıyorum ki, hem Allah’ın rızasını kazanmak istiyorum hem de yaptığım işin başkaları tarafından görülerek takdir edilmesini istiyorum. Ne buyurursunuz?” diye sordu.
Allah Rasulü sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz: “… Artık her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa, amel-i sâlih işlesin ve Rabbine ibadette hiçbir şeyi ortak koşmasın!” (el-Kehf; 110) ayet-i kerimesi ininceye kadar bir şey söylemedi.” (Hâkim, Müstedrek, 2/111; Taberî, Câmiu’l-Beyân, 16/40)
Yine bir kimse, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize gelerek: “Hem sevap, hem de şöhret kazanmak için savaşan kişi hakkında ne buyurursunuz, bu kişinin eline geçecek olan nedir?” diye sormuştu.
Efendimiz ona şu cevabı verdiler: “Onun eline hiçbir şey geçmez. Allah Teâlâ, ancak ihlâsla yapılan bir ameli ve sadece kendi rızası gözetilerek yapılan işleri kabul buyurur.” (Nesâî, Cihâd, 24; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5/472)
Hayrını açığa vuranın,
gizlisi de ortaya çıkar!
Bir başka hadis-i şerîfte de Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimiz şöyle buyurmuşlardır: “Kim işlediği hayrı, şöhret kazanmak için halka duyurursa, Allah onun gizli işlerini duyurur. Kim de işlediği hayrı halkın takdirini kazanmak için başkalarına gösterirse, Allah da onun riyakârlığını açığa vurur.” (Buhârî, Rikak 36, Ahkâm 9; Müslim, Zühd 47-48)
Bu sebepledir ki, mesela kişinin sağlığındayken yaptırdığı cami veya hayır müesseselerine kendi ismini vermesi; riya, kibir ve şöhrete kapı aralayabileceğinden doğru bir davranış değildir. Lâkin kendisinin vefatından sonra, o kişiye hayır dua edilmesi maksadıyla isminin verilmesinde, riya tehlikesi ortadan kalkmış olduğu için bir beis yoktur.
Yani mü’minin, yapacağı her amelde tek niyeti, Cenab-ı Hakk’ın rızasını kazanmak olmalıdır. Nitekim Sâlim bin Abdullah, halife Ömer bin Abdülazîz’e yazdığı bir mektupta şöyle demiştir: “Şunu iyi bil ki, Allah Teâlâ’nın kuluna yardımı, kulun niyeti kadardır. Kimin niyeti tam olursa, Allah’ın ona yardımı da tam olur. Niyeti ne kadar azalırsa, Allah’ın yardımı da o kadar azalır.”
Ebû Hüreyre radıyallahü anh’den gelen ilim tahsilinde Allah’ın rızasının gaye edinilmesiyle alakalı olan şu rivayet yapılan işlerde niyetin doğru olması ve ihlasla yapılmasının kıymetini ortaya koyması açısından önemlidir.
Resulullah sallallahü aleyhi vesellem şöyle buyurmuşlardır: “Aziz ve Celil olan Allah’ın rızasını kazanmaya yarayan bir ilmi sırf dünyalığını elde etmek için tahsil eden kimse, kıyamet gününde cennetin kokusunu duymaz.” (Riyazü s-salihin, hadisi Ebu Davud rivayet etmişdir.)
Ebû Abdullah b. Cabir b. Abdullah el-Ensari radıyallahü anh’den gelen bir başka rivayet ise şöyledir: “Bir gazada Rasûlullah ile beraberdik. Buyurdular ki: “Hastalıklarından dolayı Medine’de kalan öyle adamlar vardır ki, her yürüyüşünüzde ve her hangi vadiyi geçtiğinizde (niyetleri sayesinde) sizinle beraberdir. Bir rivayette onlar ecirde sizinle müşterekdirler (sevapta ortaktırlar), buyrulmuştur.
Buhari’nin rivayetine göre, Enes radıyallahu anh şöyle demiştir: “Peygamberle Tebük Gazvesi’nden dönüyorduk. Rasûlü Ekrem sallallahü aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Bir cemaat bizim arkamızda Medine’de kaldılar. Her hangi bir kısığa girer veya bir vadiyi geçersek onlar bizimle beraberdirler. Onları mazeretleri alıkoymuştur.” (Riyazü S. Salihin, Buhari ve Müslim’den).
Kalb, ancak niyetin
düzeltilmesiyle düzelir!
Bu hususta söylenmiş hikmetli sözlerden bazıları şunlardır:
“Niyeti olmayanın ameli yoktur. Niyetinde Allâh’ın rızâsını gözetmeyenin de ecri yoktur.” (Hazret-i Ömer)
“Nice küçük ameller vardır ki, niyetler onları büyültür. Nice büyük görünen ameller vardır ki, niyetler onları küçültür.” (Abdullah bin Mübârek)
“Bütün hayırların, niyeti güzelleştirmekte toplanmış olduğunu gördüm; niyetini icrâ edemesen de niyetini güzelleştirmen sana hayır olarak yeter.” (Dâvud-i Tâî)
“Eskiler nasıl amel edeceklerini öğrendikleri gibi, nasıl niyet edeceklerini de öğrenirlerdi.” (Süfyân-ı Sevrî)
“Kalbin düzelmesi, amelin düzelmesi ile; amelin düzelmesi ise niyetin düzelmesi ile mümkündür.” (Mutarrif bin Abdullah)
Velhâsıl, Cenâb-ı Hakk’ın rızasından gayri bütün emelleri gönülden söküp atmak, müslümanın ifasına mecbur olduğu büyük bir vazîfedir. Bu hususta her zaman Cenâb-ı Hak’tan ihlâs sahibi olmayı talep etmek gerekir. Zira ihlâs, niyetlerin temiz ve samimî olmasıdır ki, ibadetlerin sıhhat ve bereketi buna bağlıdır.
Beden için ruh ne ise, amel için ihlâs da o mesabededir. İhlâssız amel, özden mahrum, kuru bir yorgunluktan ibarettir.
Cenâb-ı Hak, niyetlerimizi, düşüncelerimizi, hislerimizi ve davranışlarımızı rızâsıyla te’lîf eylesin!
Âmîn…