paylaş
FaceBook

http://islamisigi.de/joomla-images/logo/peygamberimize_salavat1-.png

Peygamber Efendimiz’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) sevmenin bir alameti de O’na bolca salâtu selam getirmektir. Bu hem O’nu sevmenin bir tezahürü hem de mü’minin menfaati açısından önem arz eder.

Allah Teâlâ’nın ve meleklerin bile peygamberlerin şerefini yücelttiklerini, bizim de salâvat getirmemiz gerektiğini şu ayet-i kerime ile ifade etmiştir:

 "Şüphesiz Allah ve melekleri Peygambere salât ediyor. Ey iman edenler! Siz de ona salât ve selâm edin.”[1]

Allah Teâlâ bu âyet-i kerimede, Peygamberi Hz. Muhammed’in kendi nezdinde ve yüce varlıklar olan Melekler katında üstün bir makamı olduğunu bildiriyor. Kendisinin Hz. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i övdüğünü, Meleklerin de onun için duada bulunduklarını bildiriyor ve yeryüzünde yaşayan biz insanların da onu övmemizi emrediyor.

Âyet-i kerimede "Salât" kelimesi geçmektedir. Bu kelime, Allah’a isnat edildiğinde 'Rahmet", Meleklere isnat edilginde "Dua ve af dileme" anlamına gelmektedir.[2] Ümmetten salât ise, ona dua ve onu tazim etmek demektir.[3]

Sehl b. Abdullah dedi ki: ‘’Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)'e salât getirmek ibadetlerin en faziletlisidir. Çünkü böyle bir işi bizzat yüce Allah ve O'nun melekleri üzer­lerine almışlar, sonra bunu mü'minlere emretmiştir. Sair ibadetler ise, böy­le değildir.’’

Savi şöyle der: “Meleklerin ve mü'minlerin Peygambere (sallallâhü aleyhi ve sellem) salât etmelerinin hikmeti, onları bununla şereflendirmektir. Şöyle ki, onlar Peygambere (sallallâhü aleyhi ve sellem) salât ve onu yüceltme hususunda Allah'a uymuşlardır. Aynı zamanda, onun insanlar üzerindeki bazı haklarından do­layı bir mükâfattır. Çünkü Hz. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem), insanlara ulaşan bütün nimetlerde en büyük vasıtadır. Bir kimseye herhangi bir şahıstan bir nimet gelirse, o şahsı mükâfatlandırması onun üzerine bir haktır. Ancak insanlar Rasulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'a mükâfat vermekten âciz oldukları için, her şeyin sahibi ve her şeye güç yetiren Allah'tan ona mükâfat vermesini istediler.”[4]

Salatü selam Peygamberimiz’i (sallallâhü aleyhi ve sellem) yüceltme, saygı gösterme vazifemizi yerine getirmek ve şefaatine nail olmak içindir. O, Allah tarafından ezelden övülmüş ve sevilmiştir.

Salatü selamdan maksat; Allah’ın emrine imtisal ve Resulullah’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) bizim üzerimizdeki hakkını ödemeye gayret etmek suretiyle Allah’a yaklaşmaktır. Bir mecliste Resûlullah Efendimiz’in ism-i şerifi anıldığı, zikredildiği zaman ona salatü selamda bulunmak mümin üzerine bir hak olur.

İslâm âlimlerine göre Resûlullâh’ın (sallallâhü aleyhi ve sellem) ismi zikredilince bir defa salât ve selâm getirmek vâcip,[5] isminin tekrar edilişi sayısınca getirmek ise müstehap sayılmıştır.[6]

Mâni bulunmamak şartıyla her zaman salâvat getirmek müstehaptır. Ulema müstehap olduğu bazı yerleri söylemişlerdir. Bunlar Cuma günü ile Cuma gecesi, Cumartesi, Pazar ve Perşembe günleridir. Bu üç gün hakkında hadis vardır. Sabah akşam, mescide girerken çıkarken, peygamberimizin kabrini ziyaret ederken, Safa ile Merve'de, Cuma hutbesiyle sair hutbelerde, müezzine icabet ettikten hemen sonra, ikamet edilirken, duanın başında, ortasında ve sonunda, kunut duasından sonra, telbiyeyi bitirdikten sonra, bir yere toplanırken ve dağılırken, abdest alırken, kulak çınlarken, bir şey unutulduğu vakit, vaaz ve ilim neşir ederken, hadis okumağa başlarken ve bitirirken, sual ve fetva yazarken salâvat getirmek müstehap olduğu gibi her musannıfın her hoca ve talebenin, hatibin, kız isteyenin, evlenenin, evlendirenin salavat getirmesi dahi müstehaptır. [7]

Hz. Peygamber'e (sallallâhü aleyhi ve sellem) salât ve selâm getirmenin önemini vurgulayan pek çok hadîs rivâyet edilmiştir.

Enes b. Mâlik'ten (r.a) şöyle anlatmıştır:

"Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) minbere çıkıyordu. Bir ara 'âmin' dedi. Sonra bir basamak daha çıktı yine 'âmin' dedi. Ardından bir basamak daha çıktı ve yine 'âmin' dedi. Minberin en üst basamağına çıkınca oturdu.

Muâz b. Cebel (r.a), Ey Allah'ın Resûlü! Minbere çıkarken 'âmin' dediniz, bunun sebebi nedir, diye sordu. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

Minbere çıkarken Cebrail (a.s) geldi ve dedi ki:

'Ey Muhammed! Her kim ramazan ayına yetişir de (o ayın rahmet ve mağfiret ayı olmasına rağmen, salih ameller yapmaz ve) bağışlanmadan ölürse cehenneme girer. Allah Teâlâ onu rahmetinden uzaklaştırsın!' dedi.

Ben de 'âmin' dedim. Sonra Cebrail (a.s),

'Kim anne ve babasının yaşlılık zamanlarına yetişir de onlara iyilikte bulunmazsa (ve bu şekilde ölürse) cehenneme gider. Allah onu rahmetinden uzaklaştırsın!' dedi.

Ben de ona, 'âmin' dedim. Daha sonra,

'Senin ismin bir kişinin yanında anılmasına rağmen o kişi sana salâtü selâm getirmezse ve bu şekilde ölürse cehenneme girer. Allah Teâlâ onu rahmetinden uzaklaştırsın' dedi.

 

Ben de 'âmin' dedim." [8]

Başka bir rivayette Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Yanında adım zikrolunup da bana salavât getirmeyen kimsenin burnu sürtülsün" [9] buyurmuşlardır.

"Burnu sürtülsün" ifadesi, bunu yerine getirmeyen kişinin böyle olacağını haber verme anlamına gelebileceği gibi, Hz. Peygamber'in bu kişilere bir bedduası anlamına da gelebilir. Her iki durum da son derece tehlikelidir. Zira bu bir ihbarsa, zaten böyle bir durum olacak demektir. Şayet bir beddua ise, Peygamberin duası Cenâb-ı Hakk tarafından reddedilmeyeceğine göre, yine olacak demektir.

Diğer bir rivâyette: "Allah benim için iki melek görevlendirmiştir. Ben bir müslümanın yanında anıldım da bana salâvat getirdi mi, mutlaka o iki melek ona: "Allah seni bağışlasın" derler. Allah Teâlâ ve diğer melekleri de o iki meleğe cevap olarak: "Âmin" derler. Bir müslümanın yanında adım zikrolunduğunda da bana salâvat getirmedi mi, mutlaka o iki melek: "Allah seni bağışlamasın." der. Yüce Allah ve öteki melekler de o iki meleğe cevaben: "Âmin" derler" [10] buyurmuşlardır.

Menkıbe

Anlatıldığına göre, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'e salât u selâm getirmekten ga­fil olan biri rüyasında Efendimizi görür. Fakat Hazreti Peygamber ona hiç iltifat edip bakmaz. Adam der ki:

“Ey Allah'ın Resûlü! Bana kızgın mısınız?”

Hazret-i Peygamber: “Hayır!“

Adam: “O halde neden bana bakmıyorsun?”

Hazret-i Peygamber: “Çünkü seni tanımıyorum!“

Adam: “Beni nasıl tanımazsın! Ben senin ümmetinden bir kişiyim. Hâlbuki âlimler, senin ümmetinden olan birini, ananın evladını tanımasından daha iyi tanıdığını söylerler!“

Hazret-i Peygamber:

“Âlimlerin söylediği doğrudur. Fakat sen salât u selâm getirmek sure­tiyle beni hiç hatırlayıp anmadın. Çünkü benim ümmetimi tanımam, onların bana getirdikleri salât u selâm nispetindedir!“

Adam bu sözler üzerine kendine gelir ve her gün Hazret-i Peygamber'e yüz defa salâtu selâm getirmeye söz verir ve bunu da ye­rine getirir. Bir süre sonra Hazret-i Peygamber'i tekrar rüyasında görür. Efendimiz buyururlar ki "Şimdi seni tanıyorum ve senin için şefaat edece­ğim!" Çünkü artık o kişi Hazret-i Peygamber'in sevgisiyle dopdolu olmuştu. [11]

Abdullah b. Ebi Talha'nın babasından nakletti­ğine göre Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir gün sevinç ifadeleri yüzünden okunarak gel­di.

Ben: “Bizler yüzünde sevinç ifadelerini görüyoruz, dedim. Şöyle buyurdu: "Melek bana gelip dedi ki: Ey Muhammed, Rabbin buyuruyor ki: Bir kişi sa­na salât getirecek olursa, mutlaka Ben de ona on defa salât getireceğim, bir kişi sana selâm getirecek olsa, mutlaka Ben de ona on selâm getirecek ol­sam, seni razı etmez mi?” dedi." [12]

Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz Allah'ın yeryüzünde seyahat eden melekleri vardır. Ümmetimden bana getirilen selâmları bana ulaştırırlar. " [13]

Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) diğer bir hadis-i şerifinde de şöyle buyurmuştur: "Kim bana salâvat getirirse, bana salâvat getirdiği müddetçe Melekler de ona salâvat getirirler. Kişi salâvatı isterse çoğaltsın isterse azaltsın” buyurmaktadır.

Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) bir gün sahabilerine,

Bana salâtü selâm getiriniz; zira bana getireceğiniz salâtü selâmlar sizi günahlarınızdan arındırır, kalplerinizi temizler. Benim için Allah'tan 'Vesile'yi isteyin, dedi. Sahabiler,

Ey Allah'ın Resûlü! Vesile nedir diye sordular. Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem),

O cennetteki en yüksek derecedir. Oraya sadece bir kişi ulaşacaktır. İşte ben o tek kişi olmayı ümit ediyorum." [14]

Müslümanlar, her ezandan sonra okudukları duada bu makama ulaşması için Allah Resûlüne dua ederler. Aslında bu dua kendileri içindir; çünkü bu duayı yapanlara Efendimiz kıyamet gününde şefaat edecektir.

Fakih Ebü'l-Leys Semerkandî (rh.a) der ki:

Resûlullah'a (sallallâhü aleyhi ve sellem) salâvat getirmenin, şefaate nail olmaktan başka bir karşılığı olmasaydı bile akıllı kimsenin salâtü selâm getirmekten gafil kalmaması gerekirdi. Nasıl gafil kalsın ki! Resûlullah'a salâvat getirmek, bütün bunların yanında hem kişinin günahlarının affolunmasına bir vesile hem de Allah Teâlâ'nın rahmetine sebeptir.

Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: ‘’Bana bir kere salatü selam getirenin habbe ve hatta zerre kadar günahı kalmaz.’’ [15]

Menkıbe

Kadının biri Hasan-ı Basri (rh.a)’e gelir ve şöyle der:

Benim genç bir kızım vardı, vefat etti. Onu rüyamda görmeyi çok istiyorum. Kızımı rüyada görmeme yardımcı olacak bir şeyleri bana öğretmen için sana geldim!

Kadına, kızını görmesini sağlayacak bir şeyler öğretti ve kadın da kızını rüyasında gördü. Kızının üzerinde katrandan bir elbise, boynunda bukağı, ayaklarında pranga vardı. Durumu Hasan-ı Basri’ye (rh.a) haber verdi, o da bu duruma üzüldü. Aradan zaman geçti, bu sefer Hasan-ı Basri kızı rüyasında cennette gördü. Başında bir taç vardı ve şöyle dedi:

Ey Hasan, beni tanıdın mı? Ben, sana gelerek şöyle şöyle ricada bulunan kadının kızıyım!

Hasan-ı Basri Seni bu duruma getiren nedir?’ diye sordu. Kız şu cevabı verdi Adamın biri bizim mezarlığın yanından geçerken Hazret-i Peygambere bir defa salatu selam getirdi. Biz beş yüz elli kişi mezarlarımızda azap görmekteydik. Bunun üzerine ‘Şu adamın getirdiği salatu selam hürmetine bu kabirdekilerden azabı kaldırın!” denildi. [16]

Güzel ahlak sahibi bir kişinin mezarlıktan geçerken Rasül-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem)‘e getirmiş olduğu bir salâvat sayesinde bunca günahkâr affedilirse; acaba elli sene boyunca devamlı salâtü selam getiren kişinin kıyamet günü O’nun şefaatine erişememesi düşünülebilir mi?

Bir başka hadis-i şeriflerinde ise, İbni Mesud (r.a)’ dan rivayet edildiğine göre Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: “Kıyamet gününde insanların bana en yakın olanları, bana en çok salât ü selâm getirenleridir.” [17]

Bediüzzaman Hazretleri, Mesnevi-i Nuriye'de buyurmuştur ki:

‘’İki cihanın saadeti Habibullah'ın elindedir. Ruz-u cezada peygamberler dahi aman derken, şefaat makamı Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)'in elindedir. Livau'l-hamd sancağı altında bütün Ümmet-i Muhammed toplanır. Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) için Rahman tarafından nurani bir sofra kurulur. Bunun içerisinde şefaat var, makamat var, cennet var, fazilet var, ibadetlerin kabulüne delalet var, türlü türlü füyuzat-ı Rabbaniye var. Sen o sofranın kıymettar misafiri olmak istiyorsan, dünyada getirdiğin salâvat-ı şerifenin çokluğu nispetin­de faziletin olacak. Ben o sofranın en başında misafir olmak isterim diyen bir mümin isen, dünyada İki Cihan Serveri'ne çok salâvat-ı şerife getirmen lazım.’’ [18]

Bilhassa tasavvuf ehli namazlarda tahiyyatta okuduğumuz selâm ve “salli - bârik” dualarındaki salât ile yetinmemiş, salâtü selam için her fırsatı değerlendirmiştir. Tasavvufun şekillendirdiği kültürümüzde yine bu sebeple gündelik hayat adeta salâvat-ı şerifelerle yaşanmaktadır.

Anadolu’da cuma gecesi yatsı, cuma günü ise sabah ve cuma namazı ezanlarından önce minarelerden salâvat okunur mesela. Halk arasında “salâ vermek” denilir buna. İnsanlarımız birbirleriyle musafaha ederlerken, hayırlı bir işe başlarken, gül koklarken, namaz için kıyama kalkarken, namazı bitirince, dualardan önce ve sonra salâvat getirir. [19]

Hikmet sahibi bir zat der ki: ‘’Bedenin selameti az yemekte, ruhun selameti günahların azlığında ve dinin selameti de Yaratılmışların En Hayırlısına salatu selam getirmektedir!’’ [20]

Bir hadis-i şeriflerinde ise Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

Cenab-ı Hak, bir kuş yarattı; bunun bir kanadı doğuda ve bir kanadı ise batıdadır. Başı Arş'ın altında ayakları ise yedinci kat yerin altındadır. Bu kuşun üzerinde, Allah Teâlâ’nın yaratıkları sayısınca tüy vardır. Üm­metim­den bir erkek veya bir kadın bana salât u selam getirdiği zaman, Allah Teâlâ, bu kuşa Arş'ın altında bulunan nurdan denize dalmasını em­reder. Kuş, nur denizine dalar ve kanatlarını çırpar. Kuşun her bir kanadından bir damla damlar. Allah Teâlâ, bu damlaların her birinden bir melek yaratır ve o kişi için kıyamet gününe kadar istiğfar ederler." [21]

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) salatü selam getirmeyi önemsemeyenleri ise şöyle uyarır:

‘’Asıl cimri kimdir bilir misiniz? Benim adım yanımda anılmasına rağmen bana salatü selam getirmeyendir.’’ [22]

Resûl-i Ekrem (sallallâhü aleyhi ve sellem) başka bir hadislerinde ise şöyle buyurmuştur:

"Şu dört şey kişiye cefadır.

  1. Kişinin ayakta bevletmesi.
  1. Namazı bitirmeden önce alnına gelen toz toprağı silmesi.
  1. Ezanı işitmesine rağmen ezan sözlerini tekrar etmemesi.
  1. Yanında ismim anılmasına rağmen bana salâtü selâm getirmemesi."[23]

Menkıbe

Rivayet edildiğine göre bir gün Cibril a.s. Nebi s.a.v.’e gelerek şöyle dedi:

Ey Allah’ın Rasülü! Gökte taht üzerinde bir melek gördüm, etrafında yetmiş bin melek saf halinde durmuş ona hizmet ediyorlardı. 0 meleğin her nefesinden Cenab-ı Hak c.c. bir melek yaratmaktaydı. Fakat şimdi o meleği Kaf dağı üzerinde kanadı kırılmış ve ağlar durumda gördüm. Beni görünce dedi ki:

Benim için şefaatçi olur musun?

Suçun nedir?

Miraç gecesi tahtımın üzerinde idim, Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) bana uğradığında kalkıp onu karşılamadım. Allah Teala beni şu görmüş olduğun şekilde cezalandırdı!

Ben de o melek için Allah’a yalvarıp yakardım ve şefaatçi oldum. Bu un üzerine Cenab-ı Hak şöyle buyurdu:

Ey Cebrail, ona söyle Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) üzerine salât ve selam getirsin!

O melek sana salât ve selam getirdi. Allah Teâlâ onu affederek kırık kanatlarını tekrar eski haline getirdi. [24]

Cenab-ı Hak, Musa asa şöyle vahyetti: ‘’Ey Musa! Eğer benim sana; konuştuğun sözün diline, kalbinden geçenlerin kalbine, ruhunun bedenine, görme gücünün gözüne ve işitme duygunun kulağına olan yakınlığından daha yakın olmamı istiyorsan Hazret-i Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e çokça salât ve selam getir!’’

Ebû Cafer (r.a) ise, Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)'den şöyle rivayet eder:

"Kim bana salâvat getirmeyi unutursa cennetin yolunu şaşırır" [25] buyurmuştur.

Menkıbe

Anlatıldığına göre adamın biri çölde giderken gayet çirkin bir surat gö­rür.

"Sen kimsin?" diye sorar. O çirkin surat

"Ben senin çirkin amelinim!" der.

"Senden kurtulmanın yolu nedir?" diye tekrar sorar. Der ki:

“Hazret-i Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'e salât u selâm getirmek! “

Hz. Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e salatü selam getirmenin daha birçok faydaları vardır. Bunların bir kısmını, İmam-ı Şaranî, El-Uhûdü’l-Kübrâ adlı eserinde kısaca şöyle zikretmiştir:

Salât ve selam getirerek tevbe ve istiğfarda bulunanlara Uhud Dağı gibi bir kıratlık sevap yazılır, amellerinin karşılığı fazlasıyla verilir.

Kişinin işlemiş olduğu suç ve kabahatleri üstünden silkip attığı gibi, ayrıca, bir köle azad edip onu hürriyete kavuşturmaktan daha faziletlidir.

Ebu bekir (r.a) şöyle buyurmuştur: ‘’Salatü selam okumak suyun ateşi söndürdüğü gibi günahları yok eder.’’

Ayrıca, kişinin karşılaşacağı bütün tehlikelerden korunması ve kıyamet gününde Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in şefaat ve şahadetine nail olmasıdır.

İmam-ı Azam hazretleri oğluna şu tavsiyeyi yapmıştır: ‘’Evladım! Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e çokça salatü selam getir. Çünkü Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’e çokça salatü selam getirmek dünyada iken onun şefaatinin peşin ücretidir.’’

Kişi salât ve selam getirmekle, Allah Teâlâ’nın rıza rahmetine kavuştuğu gibi, kıyamet gününde O’nun kin gazabından korunmuş olarak İlahi arşın gölgesine sığınır.

Menkıbe

Nebhânî anlatıyor:

Anbese el-Adenî gördüğü şu rüyayı anlattı:

Rüyada bir eve girdiğimi gördüm. Evin içinde, Resûlullah (sallallâhü aleyhi ve sellem) ayaktaydı. Etrafında da, kendisi için kıyam eden ve bazılarını tanıdığım bir cemaat vardı. Evde bir lamba da yanıyordu. Ben:

Ya Resûlallah, Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'de: "Nefyedildiğiniz büyük günahlardan sakınırsanız sizin küçük günahlarınızı affedeceğiz"[26] buyuruyor. Sen de: "Şefaatim, ümmetimden büyük günah işleyenler içindir." buyurmuşsun. Allah Teâlâ küçük günahlarımızı affettiğine, sen de büyük günahlarımıza şefaatçi olduğuna göre, demek ki kurtuluş umabiliriz, dedim.

Evet, öyledir, buyurdu. Ben:

Ya Resûlallah, en-Nakkaş'ın tefsir kitabında, Enes'ten rivayetle senin, "Başka gölgenin bulunmadığı kıyamet gününde üç sınıf insan Allah'ın Arşının gölgesindedir." buyurduğunu okudum. Bu üç sınıf kimlerdir? Deyip sordum.

‘’Onlar ümmetimin bir sıkıntısını giderenler, sünnetimi ihya edenler (benim gibi yaşayanlar) ve bana çok salâvat okuyanlardır,’’ buyurdu.[27]

Ayrıca, ahiret gününde terazi başında tartı ve hesapta başarı kazandığı gibi, susuzluğun hâkim olduğu o günde İlahi ve kudsi Kevser havuzuna yanaşarak doya doya susuzluğunu giderir.

Salât ve selamın diğer faydası, ateşten uzak kalması, sırattan düşmeden yıldırım hızıyla geçmiş olması, cennete girmeden kendisine hazırlanan yeri ölmeden biraz önce görmesini sağlamış olmasıdır.

Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Günde yüz defa bana salâtü selâm getiren bir kimsenin iki gözü arasına ‘nifaktan beridir, cehennem ateşinden uzaktır’ yazılacağı gibi, Allah onu kıyamet gününde de şehitlerle birlikte oturtur.’’ [28]

Getireceği salât ve selam, düşmanla yapacağı yirmi kez savaştan daha faziletlidir. Ayrıca salât temizliktir, manevi paklıktır, bu salât sebebiyle mallar çoğalır. Bir salât yüzü suyu hürmetine yüz ihtiyaç giderilir.

Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Her kim günde yüz defa bana salâtü selâm getirirse, Allah Teâlâ onun yüz ihtiyacını giderir. Bunların yetmişi ahirette, otuzu da dünyada gerçekleşir."[29]

Ayrıca, mümin kardeşlerine karşı sevginin artmasına, münafıklıktan uzaklaşmasına, Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’i rüyada görebilmesine v.b birçok maddi manevi kazanç sağlamasına vesile olmaktadır. [30]

Menkıbe

Hasan-ı Basrî (rh.a) anlatıyor:

Rüyamda Ebu İsmet (k.s) gördüm. Kendisine:

Allahü Teâlâ sana ne şekilde muamele etti? Diye sordum.

Rabbim beni bağışladı, dedi.

Ne ile? Diye sordum.

Resulullah (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in her hadisini anlatışımda ona salatü selam getirmem sebebiyle, diye cevap verdi. [31]

Duaya, Allah Teâlâ’ya hamd ve sena, Peygamber Efendimiz’e (sallallâhü aleyhi ve sellem) salâvat getirdikten sonra başlanmalıdır. Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) bunu ihmal eden biri için “Bu kimse acele etti” diye buyurmuş, sonra bu kişiyi yanına çağırarak şöyle demiştir:

“Dua ederken, Allah’a hamd ve salât ile başlayın, sonra da dilediğinizi isteyin.” [32]

Ebu Süleyman Dârânî (rh.a) da şöyle buyuruyor: “Allah’tan bir şey isteyecek olan kimse önce salâvat-ı şerife getirsin, sonra ihtiyacını istesin, en sonunda da salâvat-ı şerife ile duasını bitirsin. Çünkü salâvat-ı şerife makbul bir duadır ve yüce Allah iki makbul dua arasındaki dileği de keremiyle gözetecektir, bu O’nun şanındandır.” [33]

Said b. el-Museyyeb'in, Ömer b. el-Hattab (r.a)’dan rivayetine göre şöy­le demiştir: ‘’Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'a salât getirilmedikçe yapılan duanın semaya yükselmesi perdelenir. Peygamber (sallallâhü aleyhi ve sellem)'a salât geldi mi dua yükselir.’’

Peygamber Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) ümmetinin kurtulması için;

Aziz ömrünün her gününü insanlığın, özellikle de mü'minlerin sağ­lık, selâmet, huzur, refah ve güveni için harcamıştır.

Mü'minlere bir anne şefkatinin çok üstünde ilgi duymuş, onlar üze­rine titremiş ve şehit düşenler için gözyaşı dökmüş, el kaldırıp bağışlanma ve ebedî mutluluk dilemiştir.

Kendisine sunulan bir avuç hurmayı, bir çanak sütü bile, aç olma­sına rağmen yememiş, içmemiş, önce aç olanları doyurmaya çalışmıştır.

Savaşlarda sıkışan ve büyük bir tehlikeyle karşılaşan mü'minler O'nun kanadı altına sığınmak suretiyle kendilerini güvende hissedebilmişlerdir.

Yaşadığı süre içinde hem insanların doğru yola eriştirilmesi, hem de ümmetinden günahkâr olanların bağışlanması için sık sık duâ etmiş; gecenin bir bölümünde nemli gözleriyle bu dileğini dile getirmiştir.

Kıyamet gününde insanların kabrinden ilk kalkanı O olacak ve ilk öğrenmek istediği de «Ümmetim ne durumdadır?» sorusunun cevabı ola­caktır.

Hesap alanında O şefaatçi olacak.

Sırat köprüsünün bir yanında durup ümmeti için «Allah’ım, selâmet ver» diye duâ edecek.

Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem)’in ümmeti için bu fedakârlığı karşısında mü’minlerden sadece kurtuluşlarına vesile olması için itaat ederek sünnetine uymalarını istemiştir. Ümmetinin salatü selam getirerek Allahü Teâlâ’nın ümmetini çok sevmesini arzulamıştır.

Önemli Not: Salâvat okumayı günlük vird hâline getirmek isteyenlerin bunun için izin ve talimat almaları gerekir. Vird hâlinde okunacak salâvatlar için “Delailü’l-Hayrât” kitabı tavsiye edilir. Bu kitabı okuyabilmek için yetkili Buhara Gönüllüsü talimat vermelidir. Belli bir sayı olmaksızın istenildiği kadar salâvat okunabilir.

Vird ve diğer zikir çeşitleri ile yetinerek Kur’an okumasını ihmal etmek doğru değildir. Her gün beş on sayfa salâvat okurken, bir sayfa Kur’an okumamak, adaba aykırıdır. Ayrıca “Delailü’l-Hayrât” dersi alan kişi günlük virdini aksatmaması gerekir. Hele bütün gününü işe ve hizmete ayırırken, farz namazlarında okuyacağı Kur’an’ı öğrenmek için biraz vaktini ayırmamak, şeytanın bir hilesidir; zarardır, tasavvuf büyüklerinin usul ve adabına aykırıdır. [34]

Allahü Teâlâ, Sadatın himmet ve bereketiyle, vird, rabıta ve hatmelerle, Kur’an’ı Kerim, salatü selam ve sohbetlerle, Efendimiz (s.a.v)’in keyfini getirmeyi, ilahi rızayı tahsil etmeyi bizlere nasip etsin inşallah. Âmin.

[1] Ahzab suresi ayet-56

[2] Taberi, Tefsir, VI,518

[3] İmam Kurtubi, el-Camiu li-Ahkami’l-Kur’an, XIV,171

[4] Savi Haşiyesi, III,287;Sabuni, Safvetü’t-Tefasir, V,105-106

[5] Cessâs. a.g.e, 5/243; Kurtubî, a.g.e, 14/233; Elmalılı, a.g.e, 6/333.

[6] Zuhaylî, Vehbe, etTefsîru'lMunîr, Dâru'1Fikr, Beyrut 1991, 22/102; Sâbûnî, a.g.e, 2/367 vd.

[7] İbn Abidin, Reddü’l-Muhtar

[8] Deylemî, Müsnedü'l-Firdevs, nr. 1640; Ibn Hibbân, es-Sahîh, nr. 904; Ali el-Müttakî, Kenzü'l-Ummâl, nr. 24295.

[9] Tirmizî. Daavât 110; Ahmed b. Hanbel, 2/254.

[10] Heysemî, Nûreddîn Ali b. Ebûbekr, Mecmeu'zZevâid ve Menbeu'lFevâid, Dâru'rReyyân, Kâhire 1987, 10/164166; Kurtubî, a.g.e, 14/233; İbn Kesîr, a.g.e, 6/465466.

[11] Gazali, Kalplerin Keşfi, 55-56

[12] İbn Hibban, Sahih, III, 196; Darimî, II, 408; Nesâî, III, 50; müsned, IV, 29, 30

[13] Muvatta,I,165;Müslim,I,305;Tirmizî,V,359;Darimi,I,356;Ebû Davud,I,258;Ne­sâî,III,45,47;Müsned,V,273

[14] Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/366; Kıvâmüssünne et-Teymî, et-Terglb vet-Tert)ib, nr. 1641.

[15] Tirmizî, Sahih, nr, 484; Tâberânî, el-Mücemu’l-Kebîr, 1/157; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, 2/168, 3/102; Heysemî, Ebu Nuaym, Begavî

[16] İmam-ı Gazali, Kalplerin Keşfi, s. 58/59, Semerkand Yay.

[17] Tirmizî, Vitir 21; Abdullah Parlıyan, Açıklamalı Tam Riyazu’s-Salihin Tercümesi, 402, Hadis no:1401

[18] Semerkand Dergisi, Hz. Peygamber Efendimiz’e (s.a.v) Salâvat Okumak, Mehmet Ildırar, Ekim 2003

[19] Semerkand Dergisi, Er Kokusu Gül Kokusu, Ahmet Nafiz Yaşar, Ekim 2009

[20] İmam-ı Gazali, Kalplerin Keşfi

[21] Gazali, Kalplerin Keşfi, 58;

[22] Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhib, 2/510; Ahmed b. Hanbel el-Müsned, 1/201; Taberânî, Mucemu’l-Kebîr, 3/137; Heysemî, Mecmau’z-Zevaid,

   10/164; Süyûtî, ed-Dürrü’l-Mensûr, 5/218; Zebidi, İthâfü’s-Sâdeti’l-Müttakîn, 5/49.

[23] Deylemî, MCısnedü'l-Firdevs, nr. 1501; Ali el-Müttakî, Kenzû'l-Ummâl, nr. 43971.

[24] İmam-ı Gazali, Kalplerin Keşfi, s.60

[25] İbnu Mâce , 908; Tuhfetü'l-Ahvezî , 3683.

[26] Nisâ, 4/31

[27] Nebhânî, Veliler Ve Kerametleri, s. 422.

[28] Taberânî

[29] Sehâvî, el-Kavlü'l-Bedî, s. 188-189.

[30] İmam-ı Şaranî, El-Uhûdü’l-Kübrâ, s.345/346

[31] Dürretü’n-Nâsihîn, Osman Hopavî

[32] Tirmizî, Ebu Davud

[33] İhya

[34] Arifler Yolunun Edebleri, S. Muhammed Saki Erol

[1] İhya

[1] Arifler Yolunun Edebleri, S. Muhammed Saki Erol

883">