Yüce Allah’ın güzel isimlerinden birisi; el-Mü’min’dir. El-Mü’min ismi, güven duyan/güven duyulan, emniyet veren/emniyette olunan gibi anlamlara gelmektedir. İman, mümin, emniyet ve emanet kavramlarının her biri “güven” çatısı altında anlam bulmaktadır.
Allah’ın varlığına ve tekliğine dair kalbin duyduğu güven hissine iman; Allah’ın söz ve vaatlerine güvenen kişiye mümin; insanın her türlü korkudan uzak oluşuna emniyet; herhangi bir şeyin sorumluluğunu, güvenilen birine geçici olarak vermeye emanet denir.
Rabbimiz, büyük bir emanetten bahseder. Öyle ki, sınırlarını daha henüz kavrayamadığımız göklerin, milyarlarca canlı türünü içinde barındıran yeryüzünün ve olanca heybetiyle dağların bile taşımaktan çekinip korktuğu bir emanet…
Ayette bu emanetin -yer yer zalim ve kendini bilmez olsa da- insan türü tarafından taşındığı aktarılır.[1] Bu emanet; insanın yaratılış amacına göre hareket etmesi, Allah’tan aldığı ilahi bilgi doğrultusunda yeryüzünü barış yurdu olarak imar etmesidir.
Şüphesiz ki insanoğlu, olaylar arasında çok yönlü bağlantılar kurabilen aklıyla, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırabilen karar mekanizmasıyla, yeryüzünü imar ve inşa etmeye muktedir girişimci ruhuyla, bu kutsal emaneti taşıyabilecek donanımda yaratılmıştır.
Bizler dünyaya geldiğimiz andan itibaren sunulan nimetlerin gerçek sahibi değil, emanetçileriyiz. Elimiz-ayağımız, gözümüz-kulağımız, dilimiz-dudağımız, tüm organlarımız emanettir. Aynı zamanda lehimizde veya aleyhimizde şahitlilerimizdir.
Aklımız emanettir. Onu aktif bir şekilde çalıştırmamak, düşünmemek, sorgulamamak, körü körüne taklit etmek, aklı bahşedene ihanet etmektir. İlahi yasa açık ve nettir: “Allah, aklını kullanmayanları pisliğe mahkûm eder!”[2]
Canlarımız emanettir. Bunu bilen insan, cana kıyamaz, can yakamaz, can sıkamaz. Bilakis cana can katar, can taşıyan her canlıya rahmet saçar.
Mallarımız emanettir. İnsana, servetinin kulu-kölesi değil, onun efendisi olmak yakışır. Sevgili Peygamberimizin (s) hicret yolculuğunda, kendisine verilen emanetleri can pahasına sahibine ulaştırma hassasiyeti bizler için ne güzel bir örnektir.
Çocuklarımız emanettir. Yavrularının bedenlerini doyuran fakat ruhlarını aç bırakan anne-baba aslında evladıyla birlikte yaşayacağı bir cennet hayali kurmuyor demektir.
Adı ‘İslam’ yani ‘Barış’ olan dinimiz müminler olarak bizlere emanettir. Barışa aykırı yapılan her türlü kötü hareket, atılan her olumsuz adım, söylenen her dışlayıcı ve ötekileştirici söz, bu yüce değerler sistemine yapılan büyük bir hainliktir.
Şu yaşlı dünyamız bize emanettir. “Yarın kıyametin kopacağını bilseniz, bugün elinizdeki fidanı dikin!”[3] diyen Hz. Muhammed’in (s) gelecek kuşaklara daha temiz ve daha yaşanabilir bir dünya bırakma hedefini, hepimizin canlı tutması gerekir.
Zamanı doğru değerlendirmemek zamanın Rabbine, bedene zarar veren kötü alışkanlıklar bedeni bizlere verene ihanettir. Hasılı verilen her nimet bizler için bir mülkiyet değil, hesabı sorulacak bir emanettir.[4]
Bizler, düşmanları tarafından “Güvenilir/Emin” ismi verilen son peygamberin hedeflediği “Güven Toplumu Projesinin” gönüllü temsilcileri olmak durumundayız.
Bir buçuk milyarlık İslam ailesi ve yedi buçuk milyarlık insanlık ailesi olarak bizler birbirimize emanetiz.
Rabbim bizleri verdiği emanetlere ihanet edenlerden değil, ona sahip çıkanlardan eylesin!
"Emaneti olmayanın imanı yoktur. (Yani olgun mu’min değildir.)”[5]
“Münafığın alâmeti üçtür: Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünden cayar, kendisine bir şey emanet edildiğinde hıyanet eder.”[6]Bu hadisin başka bir rivayetinde ise, “oruç tutsa, namaz kılsa ve kendini mümin zannetse bile”[7] ilavesi yer almaktadır.
“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve ona ihanet etmez… Yalan söylemez ve onu zor durumda yüzüstü bırakmaz.”[8]
Nitekim Peygamberimiz (sav): “İki özellik vardır ki bunlar müminde huy haline gelmez. Bunlar, hıyanet ve yalandır”[9] buyurmuşlardır.
Hz. Peygamber’in (sav) ümmetine bıraktığı iki emanet ise şu hadis-i şerifte anlatılmaktadır:
“Size iki şey (emanet) bırakıyorum. Bunlara uyduğunuz müddetçe asla sapıtmayacaksınız: Allah’ın Kitab’ı ve Resulünün sünneti.”[10]
Allah’ın emir ve yasaklarına ve gönderdiği elçilerin sünnet ve tavsiyelerine uymayan kimse yüklendiği bu emanete karşı görevini yapmamış olur. Bu hususta Kur’an şöyle buyurur:
“Ey iman edenler! Allah’a ve peygamberine hainlik etmeyiniz ki bile bile kendi emanetlerinize hıyanet etmiş olmayasınız.”[11]
Dinimiz, özü sözü bir, işinde ve ilişkilerinde güvenilir, emanete riayet eden insanlar olmamızı emretmiş ve emanete riayet etmeyeni olgun mümin olarak kabul etmemiştir.
Rabbim bizleri hamili olduğu emanetin hakkını verenlerden eylesin.
[1] Ahzab, 33/72
[2] Yunus, 10/100
[3] Buharî, el-Edebül-Müfred, s. 168
[4] Tekasür, 102/8
[5] el-Münzirî, et-Tergîb ve´t- Terhîb, c. IV, s. 5.
[6] Buhârî, Îmân 24; Müslim, Îmân 107-108.
[7] Müslim Îmân 109
[8] Buhari, Mezalim, 3; Müslim, Birr, 58.
[9] Ahmed b. Hanbel, c. 5, s. 252.
[10] Muvatta, Kader 3 (2, 899).
[11] Enfal, 8/27.