paylaş
FaceBook

http://islamisigi.de/joomla-images/logo/ditib_logo.png

Cumamız Mübarek Olsun Ya Rabbi; sana açılan elleri, sana yönelen gönülleri, sana bükülen boyunları, sana yalvaran dilleri, ne olur boş çevirme. Hayırlı cumalar.

Ya Rabbim; bu mübarek cuma günün yüzü suyu hürmetine biz aciz kulların ne derdi varsa, ne sıkıntısı varsa; dertlilere deva, hastalara şifa, borçlu kullarına edalar nasip et Ya Rabbim. Biz kulların dualarını kabul et. Hayırlı nurlu cumalar.

Tüm din kardeşlerimin Cuması mübarek olsun. Allah herkese şifa versin, bu güzel gününüz gülümsemelerle bitsin inşallah.

Akıl gibi eşsiz bir nimet ile donatılan insan için, uğrunda yorulmaya, sıkıntı çekmeye, emek vermeye değer en hayırlı gaye bilgi edinmedir. Kur’an-ı Kerim‘de; “Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”[1], “Allah içinizden iman edenlerle, ilme nail olanların derecelerini yükseltir.”[2], “Kulları içinde Allah‘tan gerektiği şekilde ancak ilim sahipleri korkar.”[3] ayetlerinde de vurgulanan bu gaye, hayatını ilme adayarak Peygamberlerin varislerinden olmak[4] için çaba gösteren pek çok alimin yetişmesine vesile olmuştur. Bunlardan birisi de İmam-ı Azam Ebu Hanife’dir.

 

İslâm tarihinde hukukî düşüncenin ve ictihad anlayışının gelişmesinde büyük payı olan Ebû Hanîfe, çağdaşları arasında seçkin bir yere sahip olması sebebiyle ‘Büyük İmam’ anlamına gelen ‘İmam-ı Âzam’ adıyla şöhret bulmuştur. Onunla aynı devirde yaşayan âlimler, onun ilim, takvâ, cömertlik, edep, tevazu, cesaret gibi vasıflar bakımından eşine ender rastlanan bir İslâm âlimi olduğunu belirtmişlerdir. Öyle ki gerçek adı Numan olmasına rağmen Ebû Hanife olarak anılması, onun haktan ve istikametten ayrılmayan güçlü karakteriyle izah edilmiştir.

Evet… Asıl adı Numan olan Ebu Hanife, Miladî 699 yılında bugün Irak toprakları içinde yer alan Kûfe’de doğmuştur. Ticaretle uğraşan varlıklı bir ailenin çocuğu olan Numan, ilim tahsilinden önce ticaretle meşgul olmuştur. Ancak, dönemin önemli ticaret merkezlerinden olan Basra ve Kûfe’deki ticarî başarısı ve zekâsıyla dikkat çeken genç Numan’a yakın ilgi gösteren âlimlerin onu ilim tahsiline yöneltmeleri sonucu kısa zamanda bölgenin tanınan ve itibar edilen bir alimi olmuştur. Son derece vakarlı, mütevazi ve üstün anlayış sahibi olan Ebû Hanîfe’nin derslerine o günkü İslâm ülkesinin her tarafından öğrenciler katılmış ve etrafında geniş bir ders halkası oluşmuştur. Yetiştirdiği öğrencilerin sayısının birkaç bini bulduğu, bunlardan kırkının ictihad edecek dereceye ulaştığı ifade edilmektedir.

Ebû Hanîfe, dönemindeki inkârcı ve bid’atçı yaklaşımlarla uzun mücadeleler yürütmüştür.  Farklı itikadî düşünceye sahip kimselerin ve mezheplerin bulunduğu Basra’ya zaman zaman yaptığı seyahatlerinde de bu tavrını sürdürmüştür. Ebû Hanîfe bu mücadelesinde, Hz. Peygamber’den sonraki nesillere intikal eden ve o dönem müslümanlarının çoğunluğunca da benimsenen itikadî esasları savunmayı gaye edinmiştir. Onun görüşleri, Ehl-i Sünnet anlayışının şekillenmesine de önemli ölçüde yardımcı olmuştur.

Hakikati aramada ve takip etmede son derece samimi olan Ebû Hanîfe başkalarının görüşlerine karşı hoşgörülü olmuş, kendi ictihadının doğruluğunda ısrar etmemiş ve tartışmaya imkân vermeyen bir taassup da göstermemiştir. Derslerinde ve ilim meclislerinde herkese söz hakkı verir, aykırı görüşleri dinler, öğrencilerini kendi kanaatlerini benimsemeye zorlamazdı. Tartışma sonunda ulaştığı netice için de, “Bizim kanaatimiz ve ulaşabildiğimiz en güzel görüş budur. Bundan daha iyisini bulan olursa şüphe yok ki doğru olan onun görüşüdür” diyerek hem diğer görüşlere müsamaha ile bakar, hem de ilmî araştırmayı sürdürmeyi teşvik ederdi.

Ebû Hanîfe, derin fıkıh bilgisinin yanı sıra, inandığını ve doğru bildiğini söylemekten ve onun mücadelesini vermekten çekinmeyen güçlü bir ideal ve cesarete de sahipti. Hayatı bu yönüyle de mücadele içinde geçmiş, bu uğurda birçok sıkıntı ve mahrumiyete katlanmıştır.

Ebu Hanife, Emevîler döneminde kendisine teklif edilen Kûfe Kadılığı ve Maliye Eminliği görevlerini kabul etmemesi üzerine uzun süre hapsedilmiş; ancak sağlığının kötüye gitmesi sebebiyle serbest bırakılmıştır. Serbest bırakıldıktan sonra Mekke’ye giden Ebû Hanîfe, hilâfetin Abbâsîler’e geçmesiyle birlikte tekrar Kûfe’ye gelerek ders vermeye devam etmiştir. Ancak Abbasiler döneminde de kendisine teklif edilen Bağdat Kadılığı görevini kabul etmemesi sebebiyle tekrar hapse atılarak işkenceye maruz kalan Ebû Hanîfe, işkencelerin tesiriyle kısa bir süre sonra vefat etmiştir. Bağdat’ta Miladî 767 yılında vefat eden Ebû Hanîfe’nin kabri, bugün Bağdat’ta kendisine nisbetle Âzamiye diye anılan bölgede bulunmaktadır.

Hak, adalet, ilim ve hikmet yolunda büyük zahmet ve sıkıntılar içerisinde bir ömür geçiren Ebu Hanife’ye Rabbim rahmetiyle muamele eylesin. Mezhebinin müntesipleri olarak bizleri de iman, takva, iyilik, güzellik, hak ve adalet yolundan ayırmasın. Âmin.

[1] Zümer, 39/9.
[2] Mücadele, 58/11.
[3] Fatır, 35/28.
[4] Buhari, İlm, 10; Ebû Davut, İlm, 1; Tirmizi, İlm,19.

883">