Cehennem Azabı
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Halbuki üzerinizde sizi gözetleyen, doğru ve şerefli olan katip melekler vardır. Her ne yaparsanız, O bütün yaptıklarınızı bilendir." (İnfitar; 1O-12) Burada Allah-u Zülcelal'in katiplerinin, insanın amelini yazmaya hiç ihtiyacı yoktur. Çünkü devamlı olarak, Allah-u Zülcelal, ilmi ile bizimle beraberdir. Yaptıklarımızdan, zerre kadar dahi olsa, hiç bir şey O'ndan gizli kalmaz. Bu ayet-i kerimeden maksat; Allah-u Zülcelal'in kıyamet gününde melekleri bizim üzerimize şahid göstermesi içindir. Allah-u Zülcelal insanların günahlardan muhafaza olması için meleklere, insanoğlunun amellerini yazmalarını emretmiştir.
Allah-u Zülcelal ne kadar merhamet sahibi ise, o şekilde ağır azap edicidir. Allah-u Zülcelal'in azabından insanın korkması gerekir. Çünkü Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Onların derileri pişip yandıkça azabı duymaları için onlara yeni cilt giydiririz." (Nisa; 56) İbn-i Abbas radıyallahu anh bu ayetin tefsirinde: "Onların derileri kağıt gibi incedir." demiştir. Hasan-ı Basri şöyle demiştir: "Onların derileri günde yetmiş bin kere yanar ve yenilenir."
Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Cehennemliklerin en hafif azaplısı ayaklarına ateşten iki nalın giydirilmiş olan kimsedir. Bu nalınlar o kimsenin beynini tıpkı bir kazan gibi kaynatırlar. Kulakları kor, azı dişleri kor ve kirpikleri yalazdır. Karın boşluğundaki iç organları eriyip ayaklarından akar. Bu kişi en hafif azaplı cehennemliklerden biri olduğu halde en ağır cehennem azabını çekenlerden biri olduğunu zanneder." (Müttefekün Aleyh)
Mücahid şöyle demiştir: "Cehennemin öyle kuyuları vardır ki, içlerinde deve boynu gibi yılanlar ve katır iriliğinde akrepler bulunur. Cehennemlikler ateşten bu yılanlara doğru kaçınca yılanlar onları ağzları ile yakalayıverirler ve vücutlarını didik didik parçalarlar. Cehennemliklerin bu yılanlardan kurtulabilmek için tek çareleri ateşe sığınmak olur." Anlatıldığına göre, cehennemlikler bin yıl boyunca feryat eder, fakat bu feryat onlara hiçbir fayda sağlamaz. Sonra: "Dünyadayken sabredince feraha kavuşurduk!" diyerek bin yıl kadar sabrederler. Fakat çektikleri azapta hiçbir hafifleme meydana gelmez. Bunun üzerine: "Bizim için sabretmekte feryat etmekte birdir, hiçbir kurtuluş çaremiz yoktur." derler.
Arkasından aşırı susuzlukları ve ağır azapları karşısında Allah'tan bir yıl boyunca üzerlerine yağmur yağdırmasını isterler. Böylece içinde kıvrandıkları yüksek harareti ve susuzluğu dindirmek isterler. Bin yıllık yalvarmanın sonunda Allah-u Zülcelal, Cebrail aleyhis-selam'a: "Bunlar ne istiyor?" diye sorar. Cebrail de Allah-u Zülcelal'e: "Ey Rabbim! Sen onların durumunu herkesten daha iyi bilirsin, onlar yağmur istiyorlar." diye cevap verir. Bunun üzerine, üzerlerinde bazı kızıl bulutlar belirir. Onlar bu bulutları görünce yağmur yağacak sanırlar. Fakat üzerlerine katır iriliğinde öyle akrepler yağdırılır ki, her biri insanı ısırınca acısı bin yıl boyunca devam eder.
Sonra bin yıl daha Allah-u Zülcelal'den yağmur dilerler. Bin yıl sonra başları üzerinde bir takım kara bulutlar belirir. Bulutları görünce: "İşte bunlar yağmur bulutlarıdır." derler. Fakat üzerlerine öyle deve boynu kalınlığında yılanlar yağdırılır ki, her biri insanı sokunca acısı bin yıl boyunca devam eder. İşte Allah-u Zülcelal'in aşağıdaki ayetin manası budur:
"İşte, dünyadaki bozgunculuklarının (Küfür ve isyanlarının) karşılığı olarak çektikleri azabın üzerine başka bir azap ekleriz." (Nahl; 88)
Cehennem ehli kendi kendilerine şunu söyleyip inlerler: "Kısa olan dünya hayatımızda biraz sabretseydik, şimdi her şey başka olurdu. Biz o zaman bu elemli ve karanlık ateş kuyularında yanıp azap çekmez, Allah-u Teala'nın nuruyla aydınlanmış cennetin geniş bahçelerinde, serin gölgelerde ve güzel köşklerde zevk ve sefa sürerdik!" İşte cehennem böyledir. Buna göre insan ne cür'etle Allah-u Zülcelal'e karşı günah işleyebilir? Allah-u Zülcelal, bu azaplardan kurtulmamız için bizlere iman cevherini hediye etmiştir.
Zamanlardan bir zaman, büyük bir ordusu olan bir padişah, İslam ordusunu daima sıkıştırıyordu. Zamanında İslam ordusu bir sefer düzenleyerek, o padişahı esir etti. Müslümanlar onu öldürmeyip; bir kazanın altına ateş yakarak ona eziyet vermeye karar verdiler ve de öyle yaptılar. Bu durumda padişah taptığı putlara yalvardı. Fakat hiç kimse onun yardımına gelmedi ve anladı ki, bunların hepsi yalancıdır. Daha Sonra Allah-u Zülcelal'e yalvardı ve kelime-i tevhid getirdi. Bu padişah böyle dediği zaman Allah-u Zülcelal yağmur yağdırdı ve bütün ateşi söndürdü. Bir fırtına başlayarak onun içinde bulunduğu kazanı havada uçurmaya başladı. Allah-u Zülcelal, bu padişahı, hiç Allah'tan haberi olmayan bir kavmin içine attı.
Padişah bu kavmin içine düştükten sonra da: "La İlahe İllallah" dedi. Bu kavmin insanları, padişahın başına toplanarak halini sordular. Padişah da onlara başından geçen olayların hepsini anlatı. Ve bu padişahın vesilesiyle, bu kavmin hepsi imana geldiler. İşte iman böyledir. İman, insanı cehennem ateşinden muhafaza eder. Dünyada da insanı bu şekilde kurtarır. Fakat bizim için mühim olan, imanı muhafaza etmektir. Onun muhafazası da; tevbe etmek, günahlardan uzak durmak ve Allah-u Zülcelal'in zikrine sarılmakla olur.
Ebu Hureyre (R.A)'dan rivayetle Hz. Peygamber (S.A.V) şöyle buyurmuştur: "Allah-u Zülcelal buyurdu ki: "Kulumun inancı oranında yanındayım. (Tevbe ederse tevbesini kabul ederim, Af dilerse suçlarını bağışlarım.) Beni nerede anar hatırlarsa, ben orada yanındayım. Allah'a and olsun, Allah kulunun tevbesine, çölde devesini yitirip tekrar bulanınızın sevinmesinden daha çok sevinir. Ondan razı olur, günahlarını affeder. Kulum bana ibadet ve hayır işlerde bir karış yaklaşırsa, ben ona (Rahmetimle) bir arşın yaklaşırım. Kim bana bir arşın yaklaşırsa, ben ona (Rahmetimle) bir kulaç yaklaşırım. Kulum bana yürüyerek yaklaşırsa, ben ona (Rahmetimle) koşarak yaklaşırım. (Kulumun ibadet ve taatına, yararlı işlerine hakettiğinden daha çok ecir ve sevap vererek onu mükafatlandırırım.)" (Buhari, Müslim)
Hz. Peygamber (S.A.V) bir gün ashab-ı kirama şöyle buyurmuştur: "Sizden önce geçen milletlerden doksandokuz kişiyi öldüren bir adam yeryüzünde en büyük alimin kim olduğunu sorduğunda, falanca rahip dediler. Rahibe giderek: "Doksandokuz kişi öldürdüğünü, günahlarından tevbesi kabul olunur mu?" diye sorunca rahip: "Hayır!" dedi. Bunun üzerine rahibi de öldürür. Öldürdüklerinin sayısı yüz olur. Daha sonra yeryüzünde: "En büyük alim kimdir?" diye sorunca, falan alim derler. Onun da yanına giderek: "Yüz kişi öldürdüm, tevbe etsem kabul olunur mu?" diye sorunca alim: "Evet, kim tevbenle arana girebilir. Filanca şehre git. Orada Allah'a ibadet eden insanlar var. Onlarla beraber Allah'a kulluk et. Bir daha da memleketine dönme. Zira orası kötülerin yeridir. Sen de onlarla kötü oluyorsun." der.
Bunu dinleyen günahkâr iyi kimselerin şehrine gitmek üzere yola çıkar. Yarı yola varınca, ölüm meleği (Azrail) canını almaya gelir. O sırada rahmet melekleri ve azap melekleri gelir, aralarında çekişirler. Rahmet melekleri: "Bu adam kalbini Allah'a bağlayarak, günahlarından tevbe etti." derler. Azap melekleri de: "Bu adam hiç hayır işlemedi. Bütün işleri kötülüktür." derler. Bunun üzerine insan suretinde bir melek gelir ve der ki: "Çıktığı Şehirle gideceği yeri ölçün. Hangisine daha yakınsa oralı sayılır." der. Ölçerler, gideceği yeri daha yakın bulduklarında, ruhunu rahmet melekleri alır. (Cennet bahçesine götürürler.)
Diğer bir rivayette: "İyi kimselerin olduğu şehre bir karış daha yakın olduğu için oranın halkından kılınmıştır." denilir. Başka bir rivayette de şöyle denilmiştir: "Allah, çıktığı şehre uzaklaşmasını, gideceği şehre de yaklaşmasını emretti ve: "Aralarını ölçünüz!" dedi. Ölçünce gideceği yere bir karış daha yakın buldular. Bunun üzerine günahları affolundu." (Buhari, Müslim, İbn Mace)
Allah-u Zülcelal ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Gerçekten biz, Ademoğullarına akıl vermek suretiyle onları şan ve şeref sahibi kıldık!" (İsra; 70)
Eğer bu akıl ile derin olarak düşünürsek, elimizde ne kadar fırsatların var olduğunu anlarız. Bu ömürle, bu sermayeyle bir çok şey yapabiliriz. İyi şeyler yaptığımız zaman, ne kadar kârlı olduğumuzu, yapmadığımız zaman da ne kadar zararlı çıktığımızı akıl ile çözebiliriz. İşte insanın bunu düşünmesi lazımdır. İnsan bunu düşünmediği zaman, aklı tesirsiz hale gelmiş demektir. Çok kıymetli bir cevher olan akıl tesirsiz kalıp, saltanatını sürdüremiyor demektir. Allah-u Zülcelal, aklı bir padişah gibi insanın vücuduna yerleştirmiştir. İnsan bunu düşündüğü takdirde, aklını iyi kullanır. Eğer derinlemesine düşünürsek, Allah-u Zülcelal bizlere çok güzel fırsatlar vermiştir. İşte bu aklı tesirsiz bırakmamak için, onun üreteceği çarelere başvurmak lazımdır.
Aklı güzel kullanmak için, daima dini sohbetlere gidilmeli ve o sohbetlerde Allah-u Zülcelal'in kelamına, Hz. Peygamber (S.A.V)'in hadis-i şeriflerine ve büyük zatların menkıbele-rine yer verilmelidir. Bizim için yegane kazanç, bu dünya hayatında iken ebedi saadeti kazanmaktır. Hepimize malum olduğu gibi, Karun çok zengin bir kimse idi. Şimdi size soruyorum; Karun'un o kadar malı ve mülkü acaba nerededir? İşte dünya böyledir. Dünya hiç kimseye yaramadığı gibi bizlere de yaramaz. Allah-u Zülcelal, insana çok büyük bir nimet olarak aklı bağışlamıştır. İnsan bu akılla, hem dünyasını hem de ahiretini kazanmalıdır. Akıl öyle bir nurani cevherdir ki, onun nuru, kalbin üzerine gelerek, bütün vücudu hareket ettirir. Ulema, dünya hayatının fani, ahiret hayatının ise baki olduğuna, nakil ve akıl ile ittifak etmişlerdir. İnsan için dünyanın nimetleri ne kadar çok olursa olsun, fani oldukları için hiçbir şeye yaramaz. Dikkat edersek; kendimiz de bunu akıl ile çözebiliriz.
Allah-u Zülcelal, yine bizlere, Kur'an-ı Kerim'de şöyle bir uyarıda bulunuyor: "Şeytan sizin apaçık bir düşmanınızdır." (Bakara; 208) Şeytanın yeri, cehennemin dibidir. Şeytan, Allah'ın kullarıyla uğraşıp onların da kendisiyle birlikte cehenneme girmesini istiyor. Nitekim Allah-u Zülcelal, bu ayet-i kerimede, şeytanın düşmanımız olduğunu bizlere beyan etmiştir. Onun için insanın, daima düşmanıyla mücadele içerisinde olması gerekir. Şeytan, birinci olarak, insanın imansız olarak dünyadan ayrılmasına sebep olmak ister. Bunu yapamazsa, büyük günahları yaptırmak ister.