paylaş
FaceBook
- Bana en yakın olanlar, üzerime en çok salavat getirenler olacaktir.

- Üzerime salavat getirirseniz Allah da (c.c) sizin üzerinize salavat getirir.

- Bana salavat getirin. Nerede olursanız olun salavatınız bana ulaşır.

- Allah Teala (C.C) buyurdu: "Bir defa salavat getirene Ben ve meleklerim on defa salavat getiririz."

- Cuma günü ve geceleri üzerime (100) defa salavat getirenin Allah Teala (c.c) otuzu dünyaya, yetmişi ahirete ait olmak üzere yüz hacetini kabul eder.

- Dua ile sema arasında bir engel vardır. Üzerime salavat getirilince engel açılır, dua yerine ulaşır.

- Sünnetimi ihya eden, üzerime salavat getiren, darda kalanlara yardımda bulunanlar kıyamet gününde arşın gölgesinde olacaklardir.

- Sırat üzerinde kalmış, hurma yaprağı gibi tirtir titreyen bir adam gördüm .O anda üzerime getirdigi salavat-i şerife gelip o durumdan onu kurtardı.

- Dün gece acayip bir şey gördüm. Adamın biri Sırat üzerinde düşüp kalkıyordu. O anda üzerime getirdiği salavat geldi. Elinden tuttuğu gibi Sırat'tan geçirdi.

- Meclislerinizi salavat ile süsleyiniz.,

- Kiyamet günü büyük ecir almak isteyen, üzerime salavat getirsin.

- Cuma günü üzerime (80) kere salavat getirenin seksen senelik günahi affolunur.

- Üzerime salavat getirilmeden yapilan hiçbir dua kabul olunmaz.

- Karsilaşan iki mü 'min salavat getirerek musafaha ederlerse, geçmiş ve gelecek günahlari bagışlanir. - Üzerime (100) defa salavat getirene, Allâh (c.c.) bin defa rahmet nazarı ile bakar. Iştiyakla daha fazla getiren için kiyamet gününde şefaat ve şahitlik ederim.

- Üzerime bir günde (1000) defa salavat getiren kimseye cennetteki makamı gösterilmedikçe ölmez.

- Cuma günü üzerime (100) defa salavat-i serife getiren kimse kıyamette öyle bir nur ile gelecek ki, eğer o nur bütün mahşer ehline taksim edilse hepsine yeterdi.

- Ömrünü boş yere heba eden kisinin kaybettigi zamani telafi etmesi için salavat-i şerife ile meşgul olmalidir. Eger bütün Ömrünü ibadetle geçirmiş olsan sonra bir defa salavat-i serife getirsen, getirdigin salavat bütün ibadetlerinden daha ağır gelirdi. Çünkü sen kendi gücün nispetinde salavat getirmektesin.

Allah Teala da (C.C) Rububiyyeti hesabıyla senin bir salavatına karşılık sana on salavat getirmektedir.Yani Allah Teala(C.C) sana on defa rahmet nazariyla bakmaktadir.

Allah Teala'nin (C.C) kuluna nazar-i rahmeti; insin, cinnin ibadetinden daha hayirlidir. Çünkü Allah(C.C) bir kuluna rahmeti ile nazar edince o kul azaba dûçar olmaz.

- Allah Teala(C.C), perşembe günü ikindi vakti, melekleri salavat-i şerife getirenlerin ismini yazmak için yeryüzüne gönderir. Cuma günü ve gecesi salavat getirmeyi ihmal etmemelidir.

* Salavat-i Şerife dünya ve ahirette insanin derecesini yüceltir. Onu büyük bir nur sahibi kilar. Kazanci en bol bir ticaret kaynağıdır.

KABRİ ŞERİFİ ZİYARETİN ÖNEMİ

Sual: Selefi bir genç, “(Kabrimi bayram yeri yapmayın) hadisi, Resulullahın kabrini ziyaret etmenin caiz olmadığını gösterir” dedi. Doğru mudur?

CEVAP
Hadis-i şerif şöyledir:
(Evlerinizi [ibadet etmeyerek] kabre çevirmeyin ve kabrimi bayram yeri yapmayın! Bana salevat getirin. Nerede salevat getirirseniz, bana bildirilir.) [Ebu Davud]

Bu hadis-i şerif, Peygamberlerin kabirlerinde diri olduklarını göstermektedir. Çünkü, selam, diri olana bildirilir. Hadis âlimlerinden Abdülazim-i Münziri hazretleri (Kabrimi bayram yeri yapmayın) hadis-i şerifini açıklarken, (Kabrimi bayram gibi yılda bir ziyaret etmekle bırakmayın! Her zaman ziyaret etmeye gayret edin) demektir, buyuruyor. Hadis-i şerifin manası (Kabrimi ziyaret için, bayram gibi belli gün tayin etmeyin) demektir. Yahudiler ve Hıristiyanlar, Peygamberlerinin mezarlarını ziyaret için toplanıp çalgı çalar, şarkı söyler, bayram yaparlardı. Siz böyle yapmayın, ziyaret için, bayramda haram şeylerle eğlenir gibi, ney, dümbelek çalmayın, toplanıp, tören yapmayın demektir. İmam-ı azam Ebu Hanife hazretleri buyurdu ki:

(Kabri şerifi ziyaret etmek en kıymetli sünnettir.)

Vacib diyen âlimler de vardır. Şafii mezhebinde Kabri saadeti ziyaret etmek adak edilir. Bu vesikalar gösteriyor ki, Resulullahın kabri şerifini ziyaret önemli bir sünnettir.

RUH ÖLMEZ ÖLÜ İŞİTİR

Sual: (Ölüler işitmez. Peygamberler de ölüdür. Onlar da işitemez. Onun için şefaat ya Resulallah veya yetiş ya Resulallah demek şirktir) diyenlere nasıl bir cevap vermek gerekir?

CEVAP
Bunlar vehhabilerin ve bunlara aldanan bazı mezhepsizlerin iddialarıdır.
Şirk demek büyük hatadır. Çünkü ruh ölmez. Ruh [can] bedenden ayrı bir varlıktır. Bir âyet meali şöyledir:

(Allah, öleceklerin ölümleri anında, ölmeyeceklerin de uykuları esnasında ruhlarını alır. Ölmelerine hükmettiği kimselerinkini tutar, diğerlerini bir süreye kadar salıverir. Elbette düşünenler için bunda alınacak ibretler vardır.) [Zümer 42]

Bu âyet-i kerime de ruhun bedenden ayrı bir varlık olduğunu bildirmektedir. İşiten ruhtur. Ruhsuz beden bir işe yaramaz. Ama bedensiz ruh, nimet veya azaba duçar olur. Bir hadis-i şerif meali şöyledir:
(Müminlerin ruhları 7. kat göktedir. Orada Cennetteki makamlarını seyrederler.) [Deylemi]

Hızır aleyhisselam gibi bir çok kişinin ruhunun iş yaptığı görülmüştür. Bu bakımdan Allah yolunda ölmüş kimselere ölü bile demek caiz olmaz. İki âyet meali şöyledir:

(Allah yolunda öldürülenleri ölü sanmayın, onlar, Rableri indinde diridir, rızıklanır.) [Al-i İmran 169]

(Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin! Onlar diridir; ama siz anlayamazsınız.) [Bekara 154]

Allah yolunda öldürülenler şehiddir. Şehidden daha üstün olan Peygamber efendimize nasıl ölü denir! O âlemlere rahmet olarak gönderilmiştir, bütün âlemler Onun hürmetine yaratılmıştır. Şehidler gibi Peygamberlerin bedenleri de çürümez. Beş hadis-i şerif meali şöyledir:

(Toprak, Peygamberlerin vücudunu çürütmez. Bir mümin salevat okuyunca, bir melek bana haber verir, "Falan oğlu filan, sana selam söyledi" der.) [İbni Mace]

(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütmez.) [Ebu Davud]
(Her Peygamber, kabrinde diri olup namaz kılar.) [Beyheki, Ebu Ya’la]

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari]
(Ölüler yaptığınız iyi işlerinize sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İbni Ebiddünya]

Resulullahın Hayber’de yediği zehirli et, ölüm hastalığında etkisini gösterdi ve şehid olmasına sebep oldu. (Mevahib-i ledünniyye)

Ölülere işittiremezsin âyeti şu mealdedir:
(Elbette sen ölülere işittiremezsin. Arkalarını dönüp kaçan sağırlara da bu daveti işittiremezsin. Hem sen o körleri sapıklıklarını bıraktırıp, hidayet verici de değilsin. Sen ancak âyetlerimize iman edecek kimselerden başkasına işittiremezsin.) [Neml 27/80-81]

Buradaki sağırların da kulaklarının sağır olmadığı, körlerin de gözlerinin kör olmadığı, ölünün de gerçek ölü olmadığı açıktır. Bir de davet ve hidayet kelimeleri geçiyor. Demek ki maksat işittirmek veya göstermek değil, onları hidayete davet etmektir. Âyetin devamında, (Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin) deniyor. Ötekilerin ise iman etmeyecek kâfirler olduğu da pek açıktır. Sen ölüleri imana kavuşturamazsın denmez ki. Sen ancak iman edeceklere işittirebilirsin deniyor ki, işittirmenin kabul ettirmek olduğu bütün tefsirlerde bildiriliyor. Bu âyetin tefsirlerdeki açıklaması şöyledir:

(Ey Resulüm, sen ölüden farksız olan kâfirleri hidayete erdiremezsin, hakkı işitmek istemeyen ve hakikati göremeyen kâfirleri de hidayete kavuşturamazsın. Sen ancak iman edeceklere Müslümanlığı kabul ettirebilirsin.) [Beydavi]

Onlardan daha iyi işitmezsiniz
Resulullah efendimiz, Bedir’de öldürülen kâfirlerin gömüldüğü çukurun başına gelip, ölülerin ve babalarının isimlerini birer birer söyleyerek, (Rabbinizin, size söz verdiğine kavuştunuz mu? Ben, Rabbimin söz verdiği zafere kavuştum) buyurdu. Hazret-i Ömer, (Ya Resulallah, cansız ölülere neden söylüyorsun?) dedi. Resulullah, (Rabbimin hakkı için söylüyorum ki, siz beni onlardan daha iyi işitmezsiniz. Fakat cevap veremezler) buyurdu. (Buhari, Müslim) [Hazret-i Ömer’in ölünün işittiğini bildiği halde böyle sorması, dindeki bir hükmün vesika haline gelmesi içindir.]

Vehhabiler, ibni Teymiye’nin yolunda iseler de, bu konuda ona da uymuyorlar. Çünkü ibni Teymiye diyor ki:
(Bedirde çukurdaki kâfirlerin işitmelerini bildiren hadis-i şerif meşhurdur, her yere yayılmıştır. Zaruri inanılması lazım gelen bilgilerden oldu.) [Dinde inanılması zaruri olan bir şeye inanmayan kâfir olur.] (Kitab-ül-intisar-fil-imam-ı Ahmed)

İbni Teymiye, adı geçen kitabında bütün ölülerin, şehidler gibi diri olduklarını ve şehidler gibi rızıklandırıldıklarını bildiriyor. Ölülerin diriltilmesi üzerindeki fetvalarında diyor ki, ölüler, kendilerini ziyaret edenleri bilirler mi? Tanıdıklarından veya tanımadıklarından biri kabre geldiği zaman, bunun geldiğini anlarlar mı? Cevabında, (Evet bilirler ve anlarlar) diyor. Ölülerin buluştuklarını ve soruştuklarını ve dirilerin yaptığı işlerin onlara gösterildiğini bildiren haberleri yazıyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bir kimse, din kardeşinin kabrini ziyarete gider ve mezarı başında oturursa onu tanır ve selamına cevap verir.) [İbni Ebiddünya]

(Bir kimse tanıdığı kabir yanına gelip selam verirse, meyyit de onu tanır ve selam verir. Tanımadığı kabrin başına gelip selam verirse, selamına cevap verir.) [Beyheki]

Onu tanıması ve selam vermesi, meyyitin onu gördüğünü ve selamını işittiğini göstermektedir. Çünkü ölmek, bazı cahillerin dedikleri gibi, yok olmak olsa idi, onun bütün duygularının yok olması lazım gelirdi. Meyyit kendini ziyaret edeni, kabri başına geleni görmektedir. Görmeseydi, dünyada tanımamış olduğunu tanımaması bildirilmezdi. Birincisini tanıyarak cevabı veriyor. İkincisinin selamına, tanımayarak cevap veriyor.

Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Kabrimin yanında, benim için okunan salevatı işitirim. Uzak yerlerde okunanlar bana bildirilir.) [İbni Ebi Şeybe] (Diri olan işitir. Bir söz, diri olana bildirilir.)

(Ölü kabre konurken, ayak seslerini işitir.) [Buhari] (Diri olan işitir.)

(Ölüler yaptığınız iyi işlerinizi görünce sevinir, kötü işlerinize üzülürler.) [İ.Ebiddünya] (Diri olan sevinir, üzülür.)

Hadis-i şeriflerde, ziyaret kelimesi kullanılmaktadır. Meyyit, kabre geleni tanımasaydı, ziyaret kelimesi kullanılmazdı. Her dilde ve her lügatta, ziyaret kelimesi, tanıyan ve anlayan kimselerin buluşmasında kullanılır. (Selamün aleyküm) de anlayan kimseye söylenir.

Azap, hissedene yapılır
Ruhun bedene olan bağlılığı öldükten sonra yok olmaz. Ölünün kemiğini kırmak ve kabir üzerine basmak, bunun için yasak edilmiştir. Kabirde azap yapılması da, ruhun ölmediğini gösterir.

Meyyitlerin, dirileri gördüklerini bildiren vesikalardan biri, Buhari’deki, (Her meyyite, her sabah ve her akşam ahiretteki yeri gösterilir. Cennetlik olana, Cennetteki yeri, Cehennemlik olana, Cehennemdeki yeri gösterilir) hadis-i şerifidir. Gösterilir sözü, gördüklerini bildirmektedir. Allahü teâlâ, Kur’an-ı kerimde, Firavun’un adamları için, (Onlara sabah akşam ateş gösterilir) buyurdu. Meyyit görmeseydi, gösterilir demek lüzumsuz ve yanlış olurdu.

Ebu Nuaym, Amr bin Dinar’dan alarak bildiriyor ki, (Bir kimse ölünce, ruhunu bir melek tutar. Ruh, bedenin yıkanmasına, kefenlenmesine bakar. Kendisine, insanlar, seni nasıl övüyorlar işit, denir.) Abdullah ibni Ebiddünya’nın Amr bin Dinar’dan alarak bildirdiği hadis-i şerifte, (Bir kimse, öldükten sonra çoluk çocuğunun başına gelenleri bilir. Kendisini yıkayanlara ve kefenleyenlere bakar) buyuruldu. Buhari’deki sahih hadiste, (Münker ve Nekir melekleri, sual ve cevaptan sonra meyyite, Cehennemdeki yerine bak! Allahü teâlâ, değiştirerek, sana Cennetteki yeri ihsan eyledi derler. Bakar. İkisini birlikte görür) buyuruldu.

Ruhlar ölmez. Kabir hayatında ya nimete veya azaba düçar olurlar. Her hadis kitabında kabir hayatı ve azabı bildirilmektedir. Kabir hayatını ve azabını inkâr eden, bütün hadis kitaplarını ve Resulullahı inkâr etmiş olur.

Şaşılacak şey
Vehhabilerin kendi kitaplarında diyor ki:
(Gökler Allah’tan korkar, Allah göklerde his yaratır. Anlarlar, Kur’anda, yerlerin ve göklerin tesbih ettikleri bildirildi. Resulullahın avucuna aldığı taş parçalarının tesbih ettiklerini ve mescitteki Hannane denilen direğin inlediğini ve yemeğin tesbih ettiğini Eshab işittiler.) (s. 200)

(Buhari’de, İbni Mesud diyor ki, yediğimiz yemeğin tesbih sesini işitirdik. Ebu Zer diyor ki, Resulullah, avucuna taş parçaları aldı. Bunların tesbih sesleri işitildi. Resulullahın hutbe okurken dayandığı odunun inlemesi haberi sahihtir.) (Feth-ül-mecid s. 201)

Dağlarda, taşlarda, direkte his ve idrak olduğunu söyleyip de, Peygamberlerde ve Evliyada his olmaz demeleri, şaşılacak şeydir. Dirilere tevessül olunur, ölülere tevessül olunmaz demekle kendileri müşrik oluyorlar. Çünkü bu söz, diriler duyar ve tesir eder, ölüler duymaz ve tesir etmez demektir. Allah’tan başkasının tesir ettiğine inanmak olur. Böyle inananlara kendileri müşrik diyor. Halbuki, ölü de, diri de birer sebeptir. Tesir eden, yaratan yalnız Allahü teâlâdır.

Abdülvehhab oğlunun, Ehl-i sünneti, puta ve mezara tapan kâfirler gibi bilmesi ve Ehl-i sünneti öldürmeye ve mallarını almaya helal demesi, nasslara [âyetlere, hadislere] yanlış mana verdiği içindir.
Hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki:
(Kâfirler, kâfirler için gelmiş olan âyetleri, Müslümanlara yükletirler.) [Buhari ]

(Müslüman ismini taşıyanlardan en çok korktuğum kimse, Kur’anın manasını, yerinden değiştirendir.) [Taberani]

Bu hadis-i şerifler, böyle zındıkların meydana çıkacağını ve bunların dalalette olduklarını haber vermektedir.

Sen ölülerin işitmesi

Sual: Selefiyiz diyenler, (Sen ölülere işittiremezsin) âyetini delil getirerek, Resulullah ölüdür, işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir diyorlar. Ruhun ölmediği, şehitlere ölü denmeyeceği, onların diri oldukları, Allah’ın onları rızıklandırdığı, yiyip içtikleri Kur’anda apaçık yazılı iken, şehitlerden üstün olan Peygamberimizi nasıl ölü kabul ediyorlar? Nasıl o işitmez diyebiliyorlar?

CEVAP
İngiliz Casusunun itiraflarına göre, selefiyeciler [vehhabiler] dinimizi İngilizlerden öğrenmiştir. İngilizlerin kurdurduğu dinde böyle iddiaların olması yadırganmamalıdır.

(Sen ölülere işittiremezsin) demek, (Sen kâfirleri imana kavuşturamazsın) demektir. Bunun gibi, kinaye, mecaz ifade eden birçok âyet vardır. Bazıları şöyledir:
(Kâfirler sağır, dilsiz ve kör oldukları için, akledemezler, düşünemezler.) [Bekara 171] (Kâfirler sağır, dilsiz ve kör değildir. Hakkı işitmedikleri için sağır, doğruyu söylemedikleri için dilsiz, gerçeği görmedikleri için kör, denilerek hidayete kavuşmadıkları bildirilmiştir.) (Beydavi)

(Kâfirler, sağır, dilsiz, kör oldukları için doğru yola gelmezler. Yahut, onların hâli, karanlıkta, gök gürlemesi ve şimşek arasında gökten boşanan sağanağa tutulup, yıldırımlardan ölüm korkusu ile parmaklarını kulaklarına tıkayana benzer. Allah, kâfirleri [ilim ve kudretiyle] çepeçevre kuşatmıştır.) [Bekara18, 19] (Kâfirler, burada da sağır, dilsiz ve körler ile karanlıkta korku içinde yaşayanlara benzetilmiştir.)

(Bu dünyada kör olan, ahirette de kördür.) [İsra 72] (Bu âyette de, yaşayan ve ölen kâfirlere kör deniyor. Yoksa dünyadaki körler ahirette kör olmayacaktır.)

(Bir bela gelmez zannettiler de, kör ve sağır kesildiler. Sonra Allah tevbelerini kabul etti. Fakat çoğu yine kör ve sağır oldu. Allah onların yaptıklarını görmektedir.) [Maide 71] (Kâfirlerin küfrü, kör ve sağır kesilmekle ifade ediliyor.)

(Kendilerine Rablerinin âyetleri hatırlatılınca, onlara karşı kör ve sağır davranmazlar.) [Furkan 73] (Tevbe eden müminler, kör ve sağır davranmazlar, yani hakkı işiterek ve doğruyu görerek hakka bağlanırlar.) (Celaleyn)

(İşte bu kâfirler, Allah'ın lanetlediği, sağır ve kör ettiği kimselerdir.) [Muhammed 23]
(Hakkı işitmedikleri için sağır, gerçeği görmedikleri için kör denmekte ve böyle inatçı kâfirler lanetlenmektedir. Yoksa normal sakat olan kör ve sağır kimse lanetlenmez.)

(Âyetlerimizi yalanlayanlar karanlıklarda kalan sağır ve dilsizlerdir.) [Enam 39] (Kâfirlerin küfür karanlığında kaldıkları, hakkı işitmedikleri ve söylemedikleri bildiriliyor.) (Şeyhzade)

(De ki: Ben sizi ancak vahiy [Kur’an] ile uyarıyorum. Ama, sağırlar [kâfirler], bu çağrıyı duymazlar.) [Enbiya 45] (Bu âyette de kâfirlerin sağır oldukları hakkı işitmedikleri, yani kabul etmedikleri açıklanıyor.) (Hazin)

(Rabbiniz size basiret [kalb gözü, idrak kabiliyeti] vermiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir.) [Enam 104] (Hakkı görmemeye körlük deniyor.)

(Onu [Nuh’u] yalanladılar. Biz de onu ve gemidekileri kurtardık. Âyetlerimizi yalanlayanları ise, suda boğduk. Çünkü onlar kör bir kavim idi.) [Araf 64] (Kâfirler, hakkı görmedikleri için, kör deniyor.)

([Kâfirler] yeryüzünde dolaşmadılar mı? [helak edilen yerleri, o yerlerin harabelerini görüp ibret almadılar mı?] Eğer [ibretle] dolaşsalardı elbette düşünecek kalbleri ve işitecek kulakları olurdu. Ama gerçek şu ki, gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür.) [Hac 46] (Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalblerinin kör olduğu, yani kâfirlerin gözleri değil, basiretlerinin kör olduğu bildiriliyor. Öteki âyetleri de açıklamış oluyor. Yukarıdaki âyetlerde onlar kör, sağır ve dilsiz deniyordu. Bu âyette ise kör demek, maddi gözün olmadığı, kalblerinin kör olduğu yani kâfir oldukları bildiriliyor. O halde kör denilince baş gözü anlaşılmadığı gibi, ölü veya kabirdekiler denilince de, mezardaki ölü anlaşılmaz.)

(Bu iki zümrenin [kâfir ve müminin] durumu, körle sağır ve görenle işiten gibidir. Bunların hâli hiç eşit olur mu? Hâlâ ibret almıyor musunuz?) [Hud 24] (Bu âyette de kâfirlerin kör ve sağır oldukları, yani hakkı göremeyip işitmedikleri bildiriliyor.)

(Sağırlara işittiremez, körleri ve sapıkları doğru yola eriştiremezsin.) [Zuhruf 40] (Sen işittiremezsin demek, sen hakkı kabul ettiremezsin demektir.) (Beydavi)

(Savaşta öldürülenleri siz değil, Allah öldürdü. Attığın zaman sen değil, Allah attı.) [Enfal 17]
Savaşta mücahitler düşmanı öldürüyor, Allahü teâlâ, ben öldürdüm diyor, Resulullah kum atıyor, sen atmadın ben attım buyuruyor. Aşağıda da kabirdekilere sen değil, ben işittiririm buyuruyor.

(Körle gören [kâfir ile mümin] karanlıkla aydınlık [Bâtıl ile hak], gölge ile sıcak [cennetle cehennem] bir olmaz. Dirilerle ölüler de bir olmaz. Elbette Allah, dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [kâfirlere] işittiremezsin, sen sadece bir uyarıcısın.) [Fatır 19-22 Celaleyn] (Bu âyette, kâfire kör, mümine gören, Cennete gölge deniyor. Resulullah kabirdekilere ne söyleyecek de işittirecek? Hâşâ bu abes, boş söz olmaz mı? Kabirdekileri niye hidayete kavuşturmaya uğraşsın ki? Hemen âyetin devamında, (Sen sadece bir uyarıcısın), yani vazifen kâfirleri hidayete kavuşturmak değil, sadece tebliğdir buyuruluyor. Demek ki kabirdekilerden maksat, yaşayan inatçı kâfirlerdir. (Beydavi)

(Sen, ölülere işittiremezsin; arkalarını dönüp giden sağırlara da daveti duyuramazsın. Körleri sapıklıklarından vazgeçirip doğru yola getiremezsin; ancak âyetlerimize inananlara duyurabilirsin.) [Neml 80, 81 Rum 52,53] (Burada diri olup, gözü kulağı ve beyni olan kâfirler ölüye benzetiliyor, (Ölüleri [kâfirleri] imana kavuşturamazsın) deniyor. (Ölülere, sağırlara işittiremezsin) ifadesinden sonra, (Sen ancak âyetlerimize iman edeceklere işittirebilirsin) buyuruluyor. Kâfirlerin işitmeyeceği, yani hakkı kabul etmeyeceği, ancak iman edeceklerin işitecekleri, yani kabul edecekleri açıkça bildirilmektedir. Eğer gerçekten kabirdekilerden maksat ölü olsa idi, ölü de işitmeseydi iman edenlere işittirebilirsin ifadesi yersiz ve yanlış olurdu ve kâfir ölü işitmez, mümin ölü işitir anlamı çıkardı. Halbuki Buhari’deki hadis-i şerifte (Kâfir ölü de işitir) buyuruluyor.

(Bir şeyi çok sevmek insanı kör ve sağır eder.) [İbni Mace] (Bu hadis-i şerifte de, baş gözü kör olur, kulağı sağır olur demek değildir. Gerçekleri göremez, doğru nasihatleri duyamaz demektir.)

Bu kadar vesikadan sonra, Resulullah efendimize hâlâ (O ölüdür işitmez, şefaat ya Resulallah demek şirktir) diyenlere yazıklar olsun.

http://islamisigi.de/images/onmenuresimleri/Allaha-yakinlasma-geri-don-logo.png

 

883">