Değerli ve latîf mektubunuz elimize ulaştı. Mektubun içeriğinden fakirlere ve dervişlere karşı muhabbetli ve ilgili olduğunuz anlaşılmaktadır. Bu durum, saâdetin sermâyesidir. Çünkü dervişler Allah Teâlâ ile beraber olan kişilerdir. “Onlar öyle bir topluluktur ki, onlarla birlikte bulunanlar âsî ve bedbaht olmazlar” (Müslim, Zikr, 8, nr. 1689). Hz. Peygamber (s.a.v.) muhâcirlerin fakirleri hürmetine Allah Teâlâ’dan istekte bulunur, tevessül ederdi (Taberânî, el-Mu‘cemü’l-kebîr, nr. 857) Yine Hz. Peygamber (s.a.v.) onlar hakkında şöyle buyurmuştur: “Saçı başı birbirine karışmış ve kapılardan kovulmuş nice insanlar vardır ki, eğer Allah adına yemin etseler, Allah onları yeminlerinde yalancı çıkarmaz.” (Buhârî, Sulh, 8)
Bu sebeple sâlik sevgisinde dünyevi değil uhrevi ölçüleri kullanmalı, fakir ve zayıf bile olsa Allah’a ve Peygambere dost olanları kendine yâr edinmelidir. Zira Allah’ı seveni seven bir süre sonra Rabbini sever olur. Bunun aksine Allah’ı ve Resulünü sevmeyenleri seven de ilahi sevgiden mahrum kalır. İnsanlar arasındaki bu manevi hal sirayetini Peygamber Efendimiz bir hadis-i şeriflerinde şöyle anlatmışlardır. “İyi arkadaşla kötü arkadaş, misk satan kimse ile körük üfüren kimse gibidir. Misk satan ya onu sana ikram eder yahut sen ondan satın alırsın ya da güzel kokusunu duyarsın. Körük üfüren kimse ya elbiseni yakar ya da ondan kötü bir koku duyarsın” (Müslim, Birr, 146) Bu sebeple sufiler salih ve sadıklarla beraberliği çok önemsemişlerdir. Özellikle günümüzde basın ve yayın vasıtası ile sanal dostlukların da ortaya çıkması ile kötü arkadaşlar her tarafı sarmıştır.
İmam Rabbani hazretleri hayırlı insanlarla beraber bulunmayı, onları sevmeyi tavsiye etmekle beraber, sufilerin bu konudaki aşırılıklarını da eleştirmekten geri durmaz. Evet, bizi Allah’a götüren başta Peygamberimiz olmak üzere tüm alim ve arifleri severiz, ama bu sevgi körü körüne ve ölçüsüz olamaz. Maalesef bugün de kötü örneklerine çokça rastladığımız sevgide aşırılık ve manevi rehberlere beşer ötesi güçler atfetmek o gün de sufiler için bir problem oluşturmuştur. Hele de bu övgüler insanın kendisine yapılırsa bunlara engel olmak daha da zor bir hal alır. İmam kendisini ölçüsüz şekilde öven müridini gayet yumuşak bir üslup ile şöyle uyarır:
Ey saadetli dostum! Mektubunuzda “iki cihanın efendisi” şeklinde bir ifade var. Bu, vâcibu’l-vücûd olan Allah Teâlâ’ya mahsus bir sıfattır. Bir şeye gücü yetmeyen âciz bir kul nasıl olur da Allah Teâlâ ile ortaklık arayabilir, efendilik yolunda koşar? Özellikle gerek hakikat ve gerek mecâz yoluyla mâlikiyet ve mülkiyetin din gününün sâhibi olan Allah Teâlâ’ya mahsus olduğu ahiret hayatında bu nasıl olur?
Bu sözlerden anlaşıldığına göre kula yakışan kulluğunun farkında olması, insanların iltifat ve övgülerine aldanmamasıdır. Ayrıca İmam ahirette insanların karşılaşacağı zor durumu Kur’an ayetleri ile tasvir ederek Rabb karşısında insanın acziyetini şöyle ifade eder:
Cenâb-ı Hak Kıyâmet Günü’nde şöyle nidâ edecektir: “Bugün mülk kime âittir?” Yine kendisi cevap verecek: “Tek ve Kahhâr olan Allah’ındır” (Mü’min, 40/16) Kullar için o gün korku ve endişeden başka bir şey yoktur.
İmam’a göre mürşide karşı gösterilen sevgi de kuru bir davadan ibaret olmamalıdır. Sevgi ancak Allah’a ve Resulüne itaat ile gerçek kıymetini bulur zira mürşid zaten saliki bu iki kaynağa ulaştırmak için yola çıkmıştır. Bu sebeple İmam kendini sevdiğini ifade eden müridine, Hz. Peygamber (sav)’e uymasını, dünyevi sevgilerin bu konuda kendisine engel olmamasını tavsiye eder:
Din sahibine (s.a.v.) uymak gerekir, çünkü O’na tâbi olmadan kurtuluş mümkün değildir. Dünya süslerine ve şatafatına iltifat etmemek, varlığına ve yokluğuna aldırış etmemek gerekir. Çünkü dünya Allah’ın öfkesine uğramıştır, Allah katında onun değeri yoktur. Kullar için dünyalığın olmaması, olmasından daha hayırlı olmalıdır. Dünyanın vefâsızlığı ve sür’atle elden çıktığı konusu bilinmektedir, hatta görülmektedir. O hâlde daha önce gelip geçen dünya ehlinden ibret alın.
İmam Rabbani Hz. Peygambere karşı yapılabilecek her tür ayrımcılığın karşısındadır. Hele başka din saliklerinin kalbini kazanmak için Allah Resulünü iman denkleminin dışına çıkarmak Allah korusun böyle yapanları küfre götürecek büyük bir günahtır. İmam bu durumu I. cildin 80. mektubunda tafsilatı ile ortaya koyar. Ona göre Peygambere itaat ve sevgi olmadan Allah Teâlâ’ya da itaat ve sevgi gerçekleşmez:
Hak Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Resûl’e itâat eden, elbette Allah Teâlâ’ya itâat etmiştir.” (Nisâ, 4/80) O hâlde Rasûl’e itâat, Hak Teâlâ’ya itâat demektir. Ona (s.a.v.) uymamak da, Allah Teâlâ’ya isyândır. Allah Teâlâ’ya itâatin, Rasûlüne itâatten başka olduğunu sananlar hakkında Allah Teâlâ haber verip onların kâfir olduğuna hükmetmiş ve şöyle buyurmuştur: “Allah Teâlâ’nın yolu ile Rasûlünün yolunu birbirinden ayırmak istiyorlar. Bazılarına inanırız, bazılarını inkâr ederiz, diyorlar. Bu ikisi arasında bir yol tutmak istiyorlar. Bunlar, elbette kâfirlerdir” (Nisâ, 4/150).
Nasıl Allah Teâlâ’yı sevmek öncelikle Resulünden başlıyorsa, Resulü sevmek de öncelikle onun ashabını sevmekle başlar. İmam’a göre ashabı sevmeden ve onlara uymadan da Hz. Peygambere itaat ve sevgi gerçekleşmez:
Bu durumda bizim konumuza dönersek, ashâb-ı kirâmın yoluna uymadan Hz. Peygamber’e tâbi olduğunu iddia etmek bâtıl yani geçersiz bir iddiâdır. Böyle diyenler Ona (s.a.v.) uymuş değil, isyan etmiş oluyorlar. Bu yanlış yolu tutanların kurtuluşa ermesi nasıl mümkün olabilir? “Kendilerinin (doğru) bir şey üzerinde olduklarını zannediyorlar. İyi bilin ki onlar yalancıdırlar” (Mücâdele, 58/18) âyeti bu gibilerin hâline uygundur.
Allah’ı seven her kimse O’nun Resulünü ve Resulünün ashabını onların yolundan gidenleri sever. İmam, Mektuplarının pek çoğunda Peygamberi ve onun ehl-i beytini sevdiğini iddia ettiği halde ashabını zemmedenleri şiddetle reddeder:
Ashâb-ı kirâma dil uzatmak, gerçekte Allah Teâlâ’nın Peygamberine (s.a.v.) dil uzatmak olur. “Ashâbına saygı göstermeyen kişi, Allah Rasûlü’ne îman etmemiştir.” Çünkü onların kötü olması, efendilerinin (a.s.) kötü olması sonucuna götürür. Böyle yanlış itikâda düşmekten Allah Teâlâ’ya sığınırız.
Yazımızı Allah Resulü’nün (sav) şu duası ile bitirelim: “Allah’ım, bana sevgini, seni sevenlerin sevgisini ve beni sana yaklaştıracak olanın sevgisini rızık olarak ver.” Amin