paylaş
FaceBook
Hz. Peygamber sallallahu aleyhi vesellem Efendimizin,Hz. Âişe annemize karşı hususi bir muhabbeti vardı.Hanımları arasında adalete riayet etse de ona olan hususi muhabbeti bilinirdi. Bundan dolayı sahabeden bir kişi Peygamber aleyhisselatu vesselama hediye vermek istediği zaman, Hz. Âişe annemizin sırasında olduğu zamana denk getirirdi.

Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin diğer eşleri bundan biraz rahatsız oldular ve konu hakkında görüşmesi için Ümmü Seleme annemizi aleyhisselatu vesselam Efendimize gönderdiler. Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem onları dinledikten sonra:

“Ebu Bekir’in kızından ötürü bana eziyet etmeyin. Allah’a yemin ederim ki, ondan başka hiçbirinizin örtüsü (yorganı) altında bana vahiy gelmemiştir.” (Buharî, Fedailu’s-sahabe, 30) Buyurarak ona karşı olan muhabbetinin nefsani bir sevgiden ibaret olmadığına işaret etti.

Esasen Fahr-i Kâinat Efendimiz’in hayatı alelade bir hayat değildir. Onun hayatının her yönü, İslam dininin tamamlanması ve ümmete örnek olacak hallerin meydana gelmesi için Allah tarafından hususi bir şekilde takdir edilmiştir. Allah-u Zülcelâl bir ayet-i kerime de “Ey Rasulüm, ömrüne andolsun ki…” buyrularak onun hayatının üzerine yemin etmiştir.

Aleyhisselatu vesselam Efendimizin evlilikleri de daima Allah'ın takdiri ve emriyle gerçekleşmiştir. Allah-u Azimüşşan, Hz. Âişe annemiz ile evliliğini bir rüya ile Peygamberine müjdelemiştir.

Âişe annemiz, Peygamberimizin kendisine şöyle bildirdiğini haber vermiştir:

- Ya Âişe, seni üç gece rüyada gördüm. Bir melek ipek kumaşa sarmış “Bu Senin hanımındır.” dedi. Ben de yüzünü açtım ve “Eğer Allah tarafından ise Cenab-ı Hak gerçek kılar” dedim. (Muslim, Fezailu's-Sahabe 79)

Hz. Âişe annemiz, Allah Resulünün sadık dostu olan ve ileride de halifesi olacak Hz. Ebubekir radıyallahu anhunun kızıydı. O henüz sokakta oynayan bir çocuk olduğu sıralarda Peygamber efendimiz İslam’a davete başlamıştı. On üç yıl süren Mekke devri süresince hem Allah'ın Resulü hem de ona ilk iman edenler çok eziyetlere katlandılar. Bu sürede Peygamber Efendimiz Hz. Ebubekir’in evine uğrayıp biraz sohbet ederek ferahlardı.

Hz. Ebu Bekir radıyallahu anh, Mekke’nin itibarlı şahsiyetlerindendi. Müslüman olmadan evvel de günah ve kötülüklerden sakınırdı. Dürüst bir tüccar olmasının yanında, hal ve hareketleri mutedil, sulh ve sükûnu seven bir kimseydi.

Evinde edebiyat sohbetleri düzenlenirdi. Arap örfünde önemli yere sahip olan nesep ilmini bilirdi. Kabileler arasındaki meselelerin halledilmesi için kendisine başvurulurdu. Yaratılışları benzer olduğu için risalet vazifesi verilmeden önce de Peygamberimizin dostuydu.

Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Hz. Ebubekir’i imana davet ettiği zaman hiç tereddüt göstermediğini bildirmiştir. Müslüman olduktan sonra, en zor anlarda dahi Peygamberimizi tasdik etti, destekledi, malıyla, canıyla dinine hizmet etti ve ondan hiç ayrılmadı.

Hicret yolunda, seferlerde, her türlü fedakârlıkta Peygamber sallallahu aleyhi veselleme destek verenlerin öncüsü ve en ilerisi oldu.

Hz. Âişe işte böyle bir babanın kızı olmakla nasiplenmişti. Ailesinden aldığı iman aşısı, kültür ve edeb, ileride İslam dininin temel kaynaklarından olan ayet-i kerime ve hadis-i şeriflerin doğru bir şekilde nakil ve idrak edilmesine büyük hizmet edecekti. Rüya yoluyla Hz. Peygamber sallallahu aleyhi veselleme müjdelenen hakikat de bu olmalıydı. Nitekim Peygamber aleyhisselatu vesselam, “Şayet beni bulamazsanız, dininizin yarısını Hümeyra’dan alın” buyurmuştu.

İlimle Geçen Bir Hayat

Hz. Âişe annemiz, en çok hadis rivayet eden yedi sahabeden biriydi. 2 bini aşkın hadis-i şerifin bizlere ulaşmasına vesile oldu. Hulefa-i Raşidin devrinde kendisine ilim ve fetva konularında danışılan bir alim mevkiindeydi. Çünkü o, hem annesi hem babası Müslüman ve muhacir olan ender kişilerdendi. İslam imanı ve yaşantısı içinde yetişme fırsatına sahip oldu.

Peygamberimizle evlendikten sonra ise ömrü mescidin bitişindeki odasında geçti. Bu odanın kapısı mescide açılırdı, hatta Mefhar-i Mevcudat Efendimiz itikâftayken başını bu kapıdan uzatırdı ve Âişe annemiz yıkardı. Âişe annemiz de bu kapıdan devamlı Peygamber Efendimizin vaaz, sohbet, ibadet ve her çeşit faaliyetine şahit olurdu. Bunun yanında ashabı kiramın şahit olamayacağı özel hayatına ve gece ibadetine de şahit oluyordu.

Hz. Âişe annemizin genç olması, hafızasının kuvvetli olmasına ve Allah Resulünden sonra 47 sene gibi uzun bir ömür yaşaması sayesinde de bunları sahabe ve tabiin âlimlerine nakletmesine yardımcı oldu. O sadece işitip ezberlemez, doğru anlayabilmek için sorular sorar, incelikleriyle beraber öğrenirdi. Babası sayesinde dil ve edebiyat ilimlerini iyi bildiği için duyduğunu anlamakta da üstündü.

Abdurrahman b. Avf'in oğlu Ebû Seleme: “Resulullah'in sünnetini Hz. Âişe’den daha iyi bilen; dinde derinleşmiş, Ayet-i Kerîme'lere bu derece vâkif ve sebeb-i nüzulleri bilen, ferâiz ilminde mâhir bir kimseyi görmedim." demiştir.

Ebû Mûsa el-Es'ârî radıyallahu anh ise onun hakkında: "Bizler, müşkül bir mesele ile karşılaştığımızda gider Hz. Âişe'ye sorardık." demiştir.

Hz. Ebû Bekir radıyallahu anh, kızının zekâsı ve ilmiyle İslam’a hizmet edişinden çok memnun olurdu. Ölüm döşeğine düştüğü zaman başucuna gelen kızına şöyle demişti:

“Ey kızım, benden sonra senden daha sevimli bir servet bırakmıyorum. Seni kaybetmekten daha büyük bir fakirlik ise bilmiyorum.” (Tabakât, 3; 195)

Bunlar Hz. Âişe annemizin üstünlükleri olduğu gibi, İslam'ın kadınlara verdiği değeri göstermesi bakımından da vesika değerindedir.

Mümine Hanımlar İçin Takva Örneği

İslam dini, cahiliye devirlerinde zevk metaı seviyesine indirilen kadını, ilmiyle, takvasıyla, faziletleriyle Allah'ın dinine hizmet eden mümtaz bir kul seviyesine çıkarmıştır.

Bizim Hz. Âişe annemizden örnek almamız gereken asıl mühim husus ise, onun bunca ilim ve hizmet hayatına mukabil, kulluğundan ve Allah'ın emrettiği tesettürden asla taviz vermemesidir. Sahih rivayetlere göre o hac farizası esnasında dahi erkeklerin arasında karışmama hassasiyetini korumuş, tavaf vazifesini kalabalık döndükten sonra yerine getirmiştir. (Buhârî, Hac: 64)

Hz. Âişe annemizin tesettürü, ibadeti ve takvası kadar, zühdü yani sade hayatı da bizlere örnek olmalıdır. Peygamber efendimizin sağlığındaki o sade hayatını ondan sonra da devam ettirmiştir.

İslam fetihlerinden sonra Müslümanlar maddi açıdan rahatlamıştı. Halifeler Peygamber aleyhisselatu vesselamın ezvac-ı tahiratına maişetlerini sağlamaları için tahsisat ayırıyorlardı. Hz. Âişe annemiz eline geçeni sadaka olarak veriyor, sade hayatına devam ediyordu. Öyle ki, Hz. Âişe’nin ablası Hz. Esmâ’nın oğlu Urve, şöyle anlatır: “Ben onu, üzerine giydiği elbise yamalı iken yetmiş bin dirhemi sadaka verirken gördüm.” (İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 67)

Yine bir başka seferinde Hz. Âişe annemizin kendisine getirilen yüz bin dirhemlik malı dağıttığı, akşam iftarda ekmeğini zeytinyağına batırıp yediği bildirilir. Hatta Ümmü Zerre isimli cariyesi:

“Ey müminlerin annesi! O dağıttıklarından birazını bir kenara ayırsaydın da bir dirhem karşılığında et alsaydık keşke!”

Hz. Âişe, meseleyi büyütmez sadece: “O zaman deseydin öyle yapardım!” (İbn Sa’d, Tabakât, VIII, 67) der.

Hz Âişe annemiz ibadet hayatına da düşkündür. Tasavvuf yolunun öncülerinden Kasım bin Muhammed, Hz. Ebubekir Efendimizin torunuydu. Küçük yaşta yetim kalınca, halası Hz. Âişe annemizin yanında yetişti ve ondan ilim öğrendi, yedi meşhur fakihten biri oldu. Hz. Âişe annemizin hücre-i saadetine medfun bulunan Peygamber aleyhisselatu vesselamın Ravza-i Mutahharasını ziyaret edişini ve halası Hz. Âişe’nin nasıl uzun uzun namaz kıldığını, gözyaşları dökerek dua ettiğini anlatmıştır.

Hz. Âişe annemizi ne kadar anlatsak bitmez. O hasbelkader Peygamber hanımı olmamıştır. Aksine Peygamber sallallahu aleyhi vesellemin terbiyesi altında yetişmiş ve ondan feyz almış olmanın şükrünü eda etmek için elinden geldiği kadar gayret etmiştir. Bu haliyle bizlere de üzerimizdeki İslam ve Allah dostlarına talebe olma konusundaki hidayet nimetine şükür olarak nasıl bir edeb içinde olmamız gerektiğini hatırlatmaktadır.

Tevazuu ve Samimiyetiyle de Örnek

Hz Âişe annemizin rivayetlerinde dikkatimizi çeken bir başka husus da şudur: Hz. Âişe annemiz bize Rasulullah sallallahu aleyhi vesellemden sadece bilgi nakletmemiş, hatıralarını da bütün samimiyeti ve tevazuuyla paylaşmıştır. Ümmetin annesi, bir anne tabiiliğiyle hissettiği duyguları, mesela kıskançlıklarını, zaman zaman yaptığı hatalarını da hiç çekinmeden bizlere nakletmiştir.

Hz. Âişe annemiz mümtaz bir hanımdır ama sonuçta bir kadındır. Resûlullah geceleyin dışarı çıkacak olsa, gizlice takip edecek (Ahmed, Müsned, 6/221), uykudan uyanınca yanında bulamadığı Hz. Peygamber'i, ‘Zevcelerinden birinin yanına gitmiş olabilir,’ diye telaşla aradığı esnada, secde hâlinde bulunca: "Annem babam sana feda olsun, senin derdin ne benimki ne." (Nesai, 7/73) itirafında bulunacak kadar da kıskançtır. Bunları bizlerle paylaşmaktan kaçınmaması ise onun kibir maskesi takıp mükemmellik taslamak gibi bir derdi olmadığını gözler önüne serer.

Onun bu samimi hatıraları bize onların da birer insan olduğunu, bilhassa ümmetin annesi de olsalar sonuçta bir kadın olduklarını gösterdiği gibi aynı zamanda onun dervişane alçak gönüllülüğünü ve mahviyetini ispat eder.

İşte Müslümana yakışan ahlak da budur. İbadetini, takvasını, fedakârlıklarını, gayet tabii bir şey gibi yerine getirirken bir yandan da tevazuu ve mahviyetini hiç kaybetmemek, kendisinde bir sıfat görmemek.

Evet, o Peygamber aleyhisselatu vesselamın en genç ve tek bakire hanımıydı. Allah'ın Sevgilisinin en sevdiğiydi. Peygamber aleyhisselatu vesselam ahirete irtihalinden önceki son hastalığında onun odasında kaldı, Hz. Âişe annemize yaslanmış olduğu halde ruhunu teslim etti, onun hücresine defnedildi. Fakat Hz. Âişe annemiz bunlara güvenmez, hep ağlardı. Çünkü onun Allah'a karşı takvası ve edebi böyle davranmasını gerektiriyordu.

Allah-u Zülcelâl bizlere ondan bir hisse almayı nasip eylesin. Dünyada örneğimiz, ahirette şefaatçimiz kılsın. Amin.

Yazar : Hatice Kübra Ergin
883">