Yıllar önce, köyün birine bir imam görevlendirilmişti.
İmam gençti ve yeni evliydi. Gayretli ve çalışkandı. İnsanları namazla buluşturmak için çaba sarf eden samimi bir insandı. Fakat ne kadar çabalasa da köyün erkeklerini camiye, cemaate çekmeyi başaramamıştı.
Belki de yazın yoğun dönemi olduğu için Cuma haricinde insanlar gitmiyordu. Kapı kapı dolaştı, olmadı. İşlerinde yardımcı … olmayı teklif etti, olmadı. Namazın hikmetlerinden bahsetti, yine olmadı. Bir sabah köy, salâ sesiyle uyandı.
Herkes merakla kimin öldüğünü soruyor; ama kimse bilmiyordu. Tarlaya, bağa, bahçeye gitmeye hazırlanan köylü, soluğu camide aldı.
Herkes imamın salâyı bitirip çıkmasını bekliyordu. Nihayet imam gözüktü. Biri atıldı hemen: – Hoca! Kim öldü Allah aşkına? Kimsenin haberi yok, ismini de söylemedin. O zamana kadar cemaati kapıda göremeyen imam, öfkeyle bağırdı:
– Kim olacak! Sizin ruhunuz ölmüş, onun için okudum salâyı. Şayet ölmemiş olsaydı, dört aydır buradayım, sabah namazına bir tek Allah’ın kulu gelip de saf tutmadı.
Ruhunuza Fatihâ okuyun, ruhunuza!
Kimseye bakmadan geçti gitti imam. Herkes şaşkınlıkla birbirine bakıyordu. Köy halkı, bu hâdiseden çok etkilendi. Sabah namazına da, diğer vakit namazlarına da devam edenler yavaş yavaş çoğaldı. ‘