İnsan bu dünyaya âhirete dönüş için doğar. Elest Bezminde Rabbimizle yaptığımız Ahd-i İlâhîyi unutmamak için dünyaya geldik.
İlahi bilincin nuruna uyanmak için, ölümsüzlük sırrına erişebilmek için, hayatımızı, hayatımızı Veren’e feda etmek için, doğduğumuz saflıkta ölebilmek için, mirâca erişmek için, kurbiyet cennetine kavuşmak için, yani, cenneti kazanmak için bu dünyaya geldik.
Ümmet-i Muhammed’in kurbiyet cennetine ilahi bir daveti vardır. Kişinin yolunun tozu olduğu, kul olduğu, kurban olduğu bir yola davet edildik. Bütün kâinata rahmet olarak gönderilen Peygamberin ayağının tozu olup O’nu takip etmeye davet edildik. En yüksek seviyede dinamizm arzeden “Sünnet-i Rasûlullah”a davet edildik. Kulluğun kemâli olan “Ubudiyyet”e ermeğe davet edildik. Ümmet-i Muhammed’e dahil olma şerefine davet edildik. Aslında bütün davetleri cem etsek en büyük davet olan Allah’ın huzuruna yani mirâca davettir. Bu davet; samimiyet kapısına, kurbiyyet kapısına, âşıklar kapısına olan davettir, kurbiyet ve ünsiyet cennetini kazanmak için ilahi davettir.
Ümmet olabilmek için bir vize lazımdır. Vizeyi alabilmek için Muhammedi olmak lazım. Muhammedî olmak için Fahr-i Kâinat Efendimize âşık olunmalıdır.. Cennete girebilmek için de bir vize lazım. Vizeyi alabilmek için kul olmak lazım. Kul olmak için Allah Teâlâ’ya aşık olmak lazım. Kul olmadan kurbiyet cennetine ulaşılmaz. Kurbiyet cennetini yaşamadan kul bilinmez. Kurbiyet cennetine ulaşmak için Allah Teâlâ’yı ve Muhammed Mustafa (s.a.v.)’i tanımak gerekir. Tanımak için aşık olmalıyız. Allah’ın Habibi’ne olan muhabbetinde eriyerek kaybolmalıyız.
Ümmet-î Muhammed bizim kim olduğumuzu, hangi bütünün parçası olduğumuzu gösteriyor. Ümmet-î Muhammed bizim inanan kimliğimiz, Allah habibinin Muhammed Mustafa (s.a.v.) aşkının peşinden gidişimize hitap ediyor. Mutluluğun zirve noktası, bütünün bir parçası gibi hissetmektir. Bu dünya üzerindeki cennet budur.
Hakiki cennet bu dünyada ahireti kazandığımız zamanın cennetidir. Cenneti kazanmak nedir? Ebedî hayatı ve ölümsüzlüğü kazanmaktır. Hz. Bilal(r.a.) bize bu konuda muazzam bir örnek olmuştur, dayanılmaz işkencelere maruz kaldıktan sonra - özgürlüğe kavuştuğu zaman haykırdı; “Ben bir şey vermedim ama Allah bana her şeyi verdi; bana ölümsüzlüğü verdi!” Cennet kazanmak için Hz. Bilal’in (r.a.) ayak izlerini takip etmeye çalışan kazanır. Cenneti Hz. Hacer’in ayak izlerini takip etmeye çalışan kazanır. O’nun zemzem suyunu kazandığımız ve içtiğimiz zaman cennete kavuşuruz.
Müminlerin büyük bir kısmı sahte bir cenneti arzuluyorlar. Bu dünyada yüz yüze olduğu en büyük tehlike şudur: cennetten daha güzel bir gelin yoktur. Müminler cennete talip olduğunda, Allah’tan kendilerini cehennemden azat edip cennete sokmasını niyaz ettiklerinde aslında bir dünya cenneti, dünyevi algılarıyla şekillendirdikleri bir şehvet cennetine talip oluyorlar, yani, Allah’tan dünyayı istiyorlar.
Bu konuda Dr. Halûk Nurbaki bize cennetin ayrı bir boyut olduğunu anlatıyor; “Cennete gidebilmek için bir mânevi ciğer ihtiyaç var. İşte bu Ahsen-i Takvim’den yaratılmış insanın gönül sırrı. Farz edelim bir günahkar ben de cennete gideceğim dese buyur desinler, kapıyı açsınlar, içeriye girer girmez şık diye yok olur çünkü o boyuttaki o muhteşem dekorun kapısından girdiği an alevler içerisinde yanar. Yani, o bünye müsait değil orada yaşamaya. Ölürsün, çünkü sende o güzel yerin ciğeri yok. İşte cennet ciğerinin anlamı budur.” “Cennet uzak bir galaksi falan değil. Cennet ayrı bir boyut olduğu için Efendimiz’in tanımıyla, Efendimiz’in hane-i saadetlerinin hemen yanında bir metre mesafede intikâl noktası var.”
Ölüm dünya hayatımızda ne kadar yakın ise cehennem ve cennet de öyledir. Şems-i Tebrizi cennetin hakikatını anlatıyor; “O cennet buradan pek uzakta değildir. Cehennem de uzak değil. Cehennemden geçtik mi sırat köprüsünün ötesinde cennet var. Orada lütuf âlemi sonsuz ve kenarsızdır.” Sırat köprüsü dünyadır. Yusuf’un kuyusu dünyadadır. Kalpteki imanın nuru içimizdeki cehennem ateşi söndürdüğünde, sırat köprüsünden geçtiğimizde, kuyudan kurtulduğumuzda bu dünyada cenneti yaşarız.
Allah Teâlâ, Kur’ân-ı Hakîm’de, “Kullarımın arasına gir (de) cennetime gir!” (Fecr Sûresi, 29-30. âyetler) buyurmuştur. Allah’ın “cennetim” diye ifade ettiği Zât cennetine girmenin şartı, O’na kul olmuşların arasına girmek, onlardan olmak. O’nun sevdiği kullarıyla bir olduğumuzda tevhide ermiş oluruz ve O’nun Zât Cennetine girebiliriz. Kur’ânî ifadeyle; “Ey tatmin olmuş nefis, sen Rabbinden razı, Rabbin senden razı olarak Rabbine dön, kullarımın arasına gir ve Cennetime gir.” (Fecr 89 / 27-30)
Esfeli safilin’den Ahsen-i Takvim’e erişince cennete kavuşulur. Gözyaşlarımız cehennem ateşini söndürdüğü zaman cennete kavuşulur. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) yoluna toz toprak olunca cennete kavuşulur. Kendi nefsine kul olmamış kimse cennete kavuşur. İçimizdeki menfi makam, mevki, şöhret, aile, çocuk, arkadaş sevdasından kurtulduğumuz zaman cennete kavuşulur. Kendi zulmümüzden kurtulduğumuz zaman cennete kavuşulur. Ölmeden evvel öldükten sonra cennete kavuşulur. İlim muhabbete dönüştüğü zaman cennete kavuşulur. Ruhumuza olan özlemi takip ettiğimizde cennete kavuşulur. Bir damla gibi vahdet denizinde kaybolduğumuz zaman cennete kavuşulur. Bu dünyada cehennem hapishanesinde mutlu olmaktan vazgeçtiğimiz zaman cennete kavuşulur.
Dünyadaki varlığımızın derinliklerine ve yüksekliklerine nüfuz ettiğimizde ve onun bağlarını kökten kestiğimizde hedefimize varabiliriz. Ancak o zaman kalbimizin sırlarını anlayabilir hale geliriz. Ancak o zaman en büyük talihe ereriz: Ebedî hayat. Hz. Mevlânâ’nın buyurduğu gibi, önce şu hayatı bir gönülden çıkarmalıyız: “Buna aşk derler; gizli bir semaya uçmak için, her an yüzlerce perdenin çâk olması için. Evvela şu hayatı bir gönlünden çıkar. Sonunda ayaksız yürü. Bu dünyayı görünmez farzet ve nefis gözüne gelenlere aldırma!” Dünya bağlarını kestiğin zaman ve dünyayı gönülden çıkarttığın zaman hakiki cennete kavuşulur.
Cennete Kavuşmak - Rabia Brodbeck