paylaş
FaceBook

http://islamisigi.de/images/onmenuresimleri/54-farz.png

"Daveti Taşıma" kavramı "davet" ve "taşıma" kelimelerinin bir arada kullanılmasından meydana gelmektedir. "Taşıma" yada "yüklenme" bir eylem, "davet" ise bir başka eylemdir. Davet, şer’î hükümlerin ve düşüncelerin bütünüdür, İslâm’ın tamamıdır. Taşımak ise tebliğ etmek demektir. Yani düşüncelerin ve şer’î hükümlerin insanlara tebliğ edilmesi demektir. Biz daha önceki konularda, daveti taşıma işleminin; Nebilerin, Rasüllerin ve onlara tabi olanların yaptıkları bir amel olduğunu, daveti taşımanın da çok yüce ve değerli bir amel olduğunu söylemiştik. Bir başka ifade ile daveti taşımak, farzların en büyüğüdür. Hatta, şer’î farzların tamamının ancak kendisiyle tamamlandığı bir farzdır.

Müslüman, farzları yerine getirmekle ve terk etmemekle emrolunmuştur. Müslüman, mutlak olarak farzları yerine getirmek zorundadır. Aksi takdirde günahkar olur. Farzları yerine getirmede sebat göstermek, şüphesiz bir şeydir. Daveti taşımak da böyledir. Daveti taşıma fiilinin, kendisi farz olduğu gibi bu fiilde sebat göstermek de vaciptir. Daveti taşımada sebat göstermenin vacip olduğunu söylediğimizde bu, sebatın her iki eylemin; taşıma ve davet eylemlerinin birlikte yerine getirilmesi anlamına geldiğini söylemek istiyoruz. Yani şer’î hükümler ve düşünceler bütünlüğünde bunlara sımsıkı sarılmak ve korunmasında sebat göstermek vaciptir. Çünkü bunlar haktır ve Allah katından gelmiştir. Bunların dışındakiler batıldır, Allah katından olmadığı gibi davet de İslâm da sayılmaz. Davet taşıyıcısı, şartlar ve durumlar neyi gerektirirse gerektirsin, ne kadar zorluklar bulunursa bulunsun düşünceler bütünlüğünü ve şer’î hükümleri tebliğde durmaması lazımdır. Aksi takdirde bu düşünceler bütünlüğünün ve şer’î hükümlerin tebliğ edilmesi terk edilmiş, Allah (cc) da kızdırılmış olur. Sebat göstermek, davette gerektiği gibi daveti taşırken de gereklidir. Bunlardan yalnızca birisine karşı sebat göstermesinden dolayı müslümana üstünlük yoktur. Daha doğrusu bunlardan yalnızca birisinde sebat gösteren müslümanda hayır yoktur. Her ikisine karşı sebat göstermeyen müslümana ise yazıklar olsun, çünkü onun akibeti cehennemdir ki o, ne kötü bir sonuçtur.

İslâm’ın ve davetin düşmanları, davette sebat gösterilmesini baltalamak için gösterdikleri uğraşın, çabanın aynısını, taşıma eylemini baltalamak için de göstermektedirler. Davette sebat göstermeyi baltalamak isteyenler; buna birtakım şeyleri yaftalayarak, küfür fikirlerini ve hükümlerini sokarak çalışmakta ve uğraşmaktadırlar. Örneğin küfür nizamı olmasına rağmen İslâm davetine ve İslâm’a demokrasiyi; küfür düşüncelerinden olmasına rağmen "hürriyetler" fikrini ve küfür hükmü olmasına rağmen "Sosyal Adalet" kavramını sokmaktalar ve böylece de müslümanları,; dinlerinde kargaşaya düşürmek, hak ile batıl, Allah katından olanlarla beşer tarafından olanlar arasında ayırım yapamaz hale getirmek istiyorlar. Böylelikle davet taşıyıcılarını, davetlerinde ifsad etmek, müslümanların ve davet taşıyıcılarının dinlerinde ve davetlerinde sebatlarını yok etmek istiyorlar. Bu özellik, ta işin başından bu yana İslâm düşmanlarının yapageldikleri işlerdendir.

"Güçleri yeterse dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşa devam ederler…" *

Bu nedenle davet taşıyıcılarının, davetlerinde sebat göstermeleri, İslâm’ın ve davetin düşmanlarının bu türden çabalarını reddetmeleri, boşa çıkartmaları, şer’î hükümlerin ve İslâmi fikirlerin tümüne sımsıkı sarılmaları, bunların dışındakileri kabul etmemeleri ve böylece de İslâmi düşüncelerin ve hükümlerin, olduğu gibi, tertemiz kalmasını sağlamaları gerekir. İdeolojide sebat göstermek, akideye sımsıkı sarılmak, bununla ilgili düşünceleri ve şer’î hükümleri muhafaza etmek, bunların dışındakileri olduğu gibi reddetmek, davetin ve İslâm’ın düşmanlarının çabalarını boşa çıkarır ve tuzaklarını tepelerine indirir.

Daveti taşımada sebat göstermeye gelince: Düşmanlar, davet taşıyıcılarını ve daveti taşımada sebat göstererek sürekliliği sağlayanları susturmak için; daveti taşıyanları tutuklamakta, hapishanelere doldurmakta, sopalarla kamçılarla dövmekte, rızıklarını keserek hatta boyunlarını kırarak savaşmakta, her fırsatta ve her yerde savaş ilan etmektedir. Daveti taşımakta kim fitneye düşerse, fitneye düşürülmüş olur. Kim de düşmanlarının talebine icabet ederek daveti terk edecek olursa; kaybetmiş, fitnecilerin, davete ve İslâm’a düşmanlık yapan alçakların isteklerini gerçekleştirmiş olur.

Allah Subhanehu, daveti taşımada sebat gösterilmemesine karşı bizleri şiddetle uyarmakta ve şöyle buyurmaktadır:

"(Ey muhammed!) Seni sana vahyettiğimizden ayırıp başka bir şeyi bize karşı uydurman için uğraşırlar. O zaman seni dost edinirler. Sana sebat vermemiş olsaydık, and olsun ki az da olsa onlara meyledecektin. O takdirde sana hayatın da ölümün de kat kat azabını tattırırdık. Sonra bize karşı bir yardımcı da bulamazdın." *

Bu ayette, Mekke kafirlerine yönelerek, onların isteklerinin bir kısmına olsun olumlu cevap vererek risaletle ile ilgili düşüncelerden ve hükümlerden diğer bir ifade ile davetten birazcık olsun yüz çevirecek veya fitneye düşecek olsaydı Rasulullah (sav)’ın hem dünya azabının hem de ahiret azabının kat kat artırılacağı yönünde şiddetli bir uyarı yer almaktadır. Aynı türden bir uyarı bir başka surede şöyle ifade edilmektedir:

"Eğer (Muhammed) bize karşı ona (Kur’an’a) bazı sözler katmış olsaydı, biz onu kuvvetle yakalardık; sonra onun şah damarını koparırdık. Hiçbiriniz de onu koruyamazdınız." *

Bu ayette de, Allah’ın dininde olmayan bir şeyi bu dine sokanları, Allah’ın söylemediği bir şeyi söylemiş gibi göstererek davetle oynayanları; Allah’ın zelil kılacağına, öldüreceğine ve bu hususta da hiç kimseden yardım alamayacaklarına dair şiddetli bir uyarı yer almaktadır. Her iki ayette de yer alan bu denli şiddetli uyarı, davet taşıyıcılarını hedef almaktadır. Davet taşıyıcıları, şartlar ve durumlar ne olursa olsun, ne kadar engeller bulunursa bulunsun, İslâm’a ve davete düşman olanların isteklerine icabet ederek onlara yönelecek olurlarsa, onlara yağcılık yaparlarsa; küfür fikirlerinin, hükümlerinin ve işaretlerinin sahteliğini, Allah’ın şeriatına muhalefetini ve onların Allah’ın dinine karşı inatlaşmalarını açıkça ortaya koyarak eleştirme farzını terk ederlerse; onların İslâm’a ve müslümanlara karşı hazırlamış oldukları planları ve tuzakları keşfetmeyi durdururlarsa; onların yaptıkları fiillere razı olurlar ve kabul ederlerse; onların zulümlerini ikrar ederler ve onları suçsuz sayarlarsa; İslâm düşüncelerinin ve hükümlerinin çağa uygun olmadığı ithamlarına sessiz kalırlarsa; onların isteklerine icabet ederek falan düşünce veya falan hüküm doğru değildir deyip onların iradelerine boyun eğerlerse; hem davetle ilgili bu düşünceler ve hükümler bütününü bırakmış, dolayısıyla da Allah’ın öfkesinin muhatabı olmuş, hem de fitneye düşmüş olurlar. Tek bir hüküm veya fikirde fitneye düşürülmeleri ile birden fazla hükümde veya fikirde fitneye düşürülmeleri arasında herhangi bir fark yoktur. Zira bunların hepsi, birer fitne ve fitneye düşürücü bir unsur olup, Allah korusun sahibinin dünyada ve ahirette kat kat azaba maruz kalmasını gerektirir.

İşte daveti taşıyan, tutuklanması halinde bu türden fitnelerle karşı karşıya olup düşmanlarından şu şeyleri duyacaktır:

1- İnandığı düşüncelerin ve hükümlerin birtakım şeylerle itham edilmesi, batıl yollarlarla çehresinin değiştirilmesi, güvenini sarsmak ve şüpheye düşürmek için yalanlanması, bozukluğu ve hür türlü ayıbı ortada iken, kendi düşüncelerinin ve fikirlerinin övülmesi ve İslâm’ın, bunlara büründürülmesi. Bütün bunlar, daveti taşıyanı dininde ve davetinde kargaşaya düşürmek ve davetten uzaklaştırmak için yapılacaktır. Öyleyse daveti taşıyan, bu türden fitnelerle karşılaşmaktan sakınmalı ve kendisini davası uğrunda feda etmeye hazırlamalıdır. Daveti taşıyan, davette sebat göstermez, akidesine sımsıkı sarılmaz, şer’î hükümlerin ve düşüncelerin temizliğini korumaya özen göstermez, bunların bir kısmından dahi olsa vazgeçmeyi veya olmayan bir şeyi ilave etmeyi kabul ederse; dünya ve ahiret azabından kat kat hafif olan, düşmanların bildikleri ve kullandıkları fiziki ve psikolojik işkencenin her türlüsü karşısında sapar, haktan uzaklaşır ve günaha düşer.

Mekke halkı, Rasulullah (sav)’i bir bütün olarak davetin tamamından veya bir kısmından uzaklaştırmaya çalıştıkları gibi, davetini taşımadaki sebatlılıktan vazgeçirmeye de çalışmışlar; bu uğurda yapabildikleri her türlü çabayı ortaya koymuşlar; mal, mülk, şeref ve makam önerilerinde bulunarak O'nunla pazarlıklar yapmışlardı. Bunların tamamı, daveti taşıyanları, ilahlarını kötülemekten, dinlerini ve akıllarını küçümsemekten vazgeçirebilecekleri ümidi ile her zaman ve her yerde, İslâm düşmanlarının kullandıkları silahlardandır. Fakat Rasulullah (sav) bunların bu türden isteklerinden şiddetle kaçınmış, daveti taşımada ve Rabbinin dinini insanlara tebliğ etmede sahip olduğu ideolojik tavrını korumuştur. Konu ile ilgili olarak İbni Hişam siyretinde Muhammed el-Kurazi'den şunları rivayet etmektedir:

"Utbe b. Rabia, Rasulullah (sav)'a yöneldi ve onun yanında oturdu ve şöyle dedi: Ey kardeşimin oğlu! Kabilemiz içinde bizim katımızda ne derece şerefli olduğunu, nesep yönüyle hangi mertebede olduğunu biliyorsun. Sen kavmine öyle büyük bir iş getirdin ki, onların topluluklarını dağıttın, onları hayal kırıklığına uğrattın, getirdiğinle onların ilahlarını ve dinlerini ayıpladın, atalarını tekfir ettin. Beni iyi dinle! Sana bir takım önerilerim olacak, belki bunların bir kısmını kabul edersin. Rasulullah (sav) bunun üzerine ona:

- Söyle bakalım, ey Eba Velid seni dinliyorum, dedi. Ebu Velid dedi ki:

- Ey kardeşimin oğlu! Eğer sen, getirmiş olduğun şeyle mal elde etmek istiyorsan, bizim en zenginimiz oluncaya kadar sana kendi mallarımızdan toplayalım. Eğer bununla şeref istiyorsan, bu işte sen herkesten üstün oluncaya kadar seni yüceltelim, eğer başımıza yönetici olmak istiyorsan seni başımıza yönetici yapalım. Eğer bu iş, bizim göremeyip de senin gördüğün bir cinniden kaynaklanıyorsa ve kendini de bundan koruyamıyorsan seni iyileştirmek için gerektiği kadar para harcayalım da senin için bir doktor çağıralım. Bazen cinler insanlara üstün geliyor ve bu nedenle de tedavi olmak gerekiyor. Ebu'l Velid konuşmasını henüz bitirmişti ki Rasulullah söze girerek ona: Sözünü bitirdin mi Ebu'l Velid?

- Evet.

- Öyleyse şimdi de beni iyi dinle, dedi ve Fussilet suresini okumaya başladı:

"Esirgeyen ve bağışlayan Allah’ın adıyla. Ha mim. Bu kitap, esirgeyen ve bağışlayan nezdinden indirilmiştir. Öyle bir kitaptır ki, bilen bir kavim için ayetleri uzun uzun açıklanmış Arapça bir Kur'an'dır. Müjdeci ve uyarıcı olarak. Ama onların çoğu yüz çevirmiştir. Onların çoğu işitmezler. Ve dediler ki, bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır…" *

Bu esnada Ebu'l Velid, elleri arkasında bekliyordu. Rasulullah (sav) okumasını secde ayetine kadar sürdürdü ve ardından da secde etti. Sonra da Ebu'l Velid'e dönerek:

- Okuduklarımı işittin. İşte sen ve işte onlar, dedi."

Yine siyrette Rasulullah (sav)’ın şu meşhur sözü yer almaktadır: "Allah'a yemin olsun ki, onlar; bu işten vazgeçmem için sağ elime güneşi sol elime de ay’ı verseler, Allah zafere kavuşturuncaya ya da ben bu uğurda helak oluncaya kadar ben bu davadan vazgeçmem."

Taberani'nin Misved b. Mervan yoluyla rivayet ettiği ve İbni Kesir'in de el-Bidaye ve'n Nihayesinde yer verdiği bir başka meşhur ifade de şudur:

"Kureyş ne zannediyor. Allah'a yemin olsun ki, Allah beni muzaffer kılıncaya ya da bu baş bu vücuttan ayrılıncaya kadar gönderildiğim şey uğrunda cihad etmeye devam edeceğim."

İşte daveti taşıyan, davetten vazgeçmesi, daveti taşımayı terk etmesi için sürekli olarak bu türden karşı koymalarla, tepkilerle yüz yüze gelecektir. Bazen ona büyük miktarlarda parasal yardımlar, bazen yüksek makam ve mevkiler teklif edilir. Eğer bunda başarılı olamazlarsa ve daveti taşıyan, daveti taşımadaki sebatlılığını sürdürürse, bu defa da vücuduna işkence yapmaya yeltenirler; fiziksel ve psikolojik yöntemleri ve teknikleri kullanarak, üzerinde işkencenin her türlüsünü uygularlar; yıllarca hapishanelerde tutarlar. Bu durumda kim zayıf olursa, Allah’ın azabına ve öfkesine aldırmadan onların isteklerine icabet eder. Kim de sebat ederse, kurtulur ve başarır; Allah katında yüksek derecelere nail olur.

Davette sebat göstermek, yani daveti taşıyanın, taşımakla ve insanları davet etmekle yükümlü olduğu şer’î hükümlerin ve düşüncelerin tümünde sebat göstermesi, yerine getirilmesi farz olan büyük bir iştir ve bunun için daveti taşıyanın var olan gücünü tamamıyla harcaması gereklidir. Şer’î hükmün veya düşüncelerin dışında tek bir hükmün veya düşüncenin bile taşınması kesinlikle caiz değildir. Her ne kadar yöneticilerin isteklerine göre hareket eden bir takım alimler ya da fakihler, kafirler ve onların uşaklarının koymuş oldukları yöntemlere göre hükümleri inceleyerek müslümanları sahih bir İslâmi anlayıştan ve hak dinlerinden uzaklaştırmak için Şer’î hükümleri veya düşünceleri, İslâm’ın ve davetin düşmanlarını sevindirecek olan Allah’ın şeriatından olmayan batıl ve bozuk düşünceler ve hükümlerle ilişkilendirseler de böyle davranmak kesinlikle doğru değildir. Zor ya da ağır da olsa, lügatlarında bulunan her türlü pisliği, suçlamayı ve karalamayı atmaya kalkışsalar da zafer, hak üzere sebat göstermekle gerçekleşir. Hele hele türlü iletişim araçları ile insanların akıllarının çelindiği, batılın hak olarak gösterildiği ve fesadın kurtuluş reçetesi olarak sunulduğu günümüzde hakka tabi olmak elbette ki en doğru olan harekettir.

Rasulullah (sav) hem davette hem de davetin taşınmasında sebat gösterdiği gibi, sahabeler de -Allah onların hepsinden razı olsun- sebat göstermişlerdir. Bununla ilgili sayılamayacak kadar çok sayıda meşhur örnekler vardır. Bilal'in Mekke'nin kızgın çöllerinde işkence görürken hak üzere sebat göstermesi, Ammar’ın anne ve babasının gördükleri işkence karşısında sabretmeleri, bu örneklerden yalnızca bir kaçını oluşturmaktadır. Günümüzün davet taşıyıcıları da, Rasulullah'ın ashabına muhalefet etmeden daveti taşımaları, onları hatırlamaları ve onların hayatlarına dönmeleri, hak üzere sebat göstererek ve Allah’ın zaferi gelinceye kadar da buna devam ederek tarihlerini yenilemeleri gerekir.

883">