İnsanlar, bilhassa Müslümanlar imanları, iradeleri, vicdanları ve idealleriyle yaşarlar.
İnandığımız vahiy bize hayatımız boyunca uyacağımız kaide ve kuralları verir. “Kontrollü ve kurallı yaşama disiplini kazandırmak ister.” İrade ve vicdanımız ise o kurallar istikametinde yaşamada azimli ve kararlı olmamızı sağlar. İdeallerimiz her zaman daha yüksek hedefler gösterir, çıtayı yüksek tutmamızı emreder.
Ciddi bir müslümanın hayatı böyle şekillenir.
Şimdi biraz ayrıntıya girelim.
İmanımızın ihtiva ettiği esasları Kur’ân-ı Kerim belirler. Sünnet-i Seniyye ve Hadîs-i Şerifler, Peygamber Efendimizin Kur’ân’dan anladığını yaşaması ve ifade buyurmasıdır. İşte müslüman için yegane ölçü, bile isteye uyacağı kurallar bunlardır.
Yüce Allah insanlardan ne kadar üstünse, gönderdiği kurallar da insanların kurallarından o kadar üstündür. Bunda şek ve şüphe yoktur. İlmi, kudreti ve imkanları sonsuz olanın kurallarının da en üstün, en isabetli, fıtrata en uygun kurallar olması tabiidir. Böyleyken mü’minlerin, Ümmet-i Muhammed’in içler acısı, akıllara ziyan hâl-i pürmelali nasıl izah edilecektir? Baksanıza, “düşmanımız ağlıyor hal-i perişanımıza.” (Hatırlayalım, İngiliz Başbakanı Margaret Thatcher’ın Boşnak kadınlara reva görülen muameleden dolayı söylediklerini: “Bu, Avrupa için yüzkarasıdır.”
Uzun sözün kısası, müslümanın hayat tarzını Kur’ân ve sünnet belirler. Ne bir eksik, ne bir fazla.
Bu noktada Kur’ân ve sünneti doğru anlamak çok önemli bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Ümmet-i Muhammed bu hususta kılı kırk yarmak zorundadır. Dünyanın belli-başlı üniversitelerinde, bilim ve düşünce kuruluşlarında nelerin konuşulup tartışıldığını takip etmek durumundadır. Ne demişler, “akıllı adam aklını kullanır, daha akıllı olan başkalarının aklını da kullanır.” Dünyadan habersiz bir zihniyetin, kapalı havza kültürünün Müslümanlara kazandıracağı bir şey yoktur. Müslüman şöyle düşünür: “Yaşayan bir beyyine üzerine yaşasın, helak olan da beyyineyi bilmediği için değil, riayet etmediğinden helâk olsun.” (Enfal, 8)
“Rûhun üçüzleri olan akıl, irâde ve vicdan” bu noktada devreye girecektir.
Akıl hem vahyi anlamada, hem de günümüz dünyasının şartlarını okumada kullandığımız vazgeçilmez, devredilmez, iptal edilmez bir mevhibe-i ilâhiyyedir. Yani “akıl göz, vahiy ışıktır.” Gözünü yuman kendini karanlıkta bırakır. Müslüman ne gözden ne ışıktan geçebilir. Bu zor şartlarda, böylesine şeytanlaşmış düşmanlar içinde yaşamak zorundaysak, “mankurtlaşmış zombiler üzerimize salınacaksa gözümüzü de, gönlümüzüde dört açmak zorundayız demektir. Uyur gezerlere, el yordamıyla yaşayanlara, dünyada olup-bitenlerin farkında olmayanlara düşen “evlerini koruyamamak, çocuklarını doyuramamaktır.” Daha da kötüsü, şahsiyetini yitirip beygir gücüne dönüşmektir. Beygir gücüne dönüşen için “hız ve haz”dan başka hiçbir şeyin değeri yoktur. Değerler (ahlâk) ölmüştür artık.
Vahyi doğru anladıktan sonra geriye ne kalır? Anladıklarımızı kemâl-i ciddiyetle yaşama gayreti.
İrade, hem doğruları tercih yeteneği, hem de hak-hakikat istikâmetinde hareketimizi sağlayan azim ve kararlılığımızdır. “İradesi kuvvetli insan” demek, maksadını gerçekleştirmede azimli ve kararlı insan demektir.
Vicdan burada devreye girer. Hak ve hakikat istikametinde yaşıyorsak takdir, yaşamıyorsak takbih eder (kabahatli olduğumuzu söyler.) Bu, bir ömür sürer gider.
Vicdan bir bakıma içimizdeki mahkemenin hakimidir. Terazisi dirhem şaşmaz.
Vicdan “Allah’ın içimizden yükselen sesi” diye de ifade edilir.
Vicdanın sesini dinlemek insanı şahsiyet sahibi, gerçek manada müslüman yaparken vicdansızlık vampirleştirir. Vicdansızlık toplumsal kıyametin bir numaralı amilidir. Ne der Amerikalı zenciler; “Adalet yoksa huzur da yok.”
İmdi, bu kurallar ve bu anlayışla adam olunuyorsa, bunlara riayetsizlik, iradedeki çözülme odun olmayı getirecektir. Bilelim ki “odun halinde yaşanacak devirler bitti. Gelen incelmiş adam devri.”
İman zaafa uğradıysa, yahut iman ettiğimiz kurallar bilinmiyorsa... İnandığı Allah’a güvenmemek, ahiret vardır deyip de yokmuş gibi yaşamak almış yürümüşse sonun başlangıcına girilmiş demektir. Güven bunalımları, yalnızlık duyguları, can sıkıntıları, cinayetler vb. önlenemeyecektir.
Akıl hisleri kontrol altında tutan mekanizma ve de ölçüp biçen, doğru ile yanlışı hak ile bâtılı bir birinden ayıran kabiliyettir. Kullanılmadığı takdirde telafisi imkansız acılar yaşanacaktır.
Bir faniye kayıtsız şartsız bağlanmak ne demektir? Allah’tan başka ilahlar edinmenin başka manası mı vardır? Akıl kullanılmayacaksa, Yüce Allah niçin yaratmıştır? “Ben yaratayım da sen iptal et” mi demiştir?
Yakın ve uzak çevremize bir de bu gözle bakalım. “İslam Âlemi” denilen 1 milyar 700 milyonluk kitlenin niçin alçak sürünmeye mahkum olduğunu hemen anlayacağız. İlmin rehberliği ve vazgeçilmezliği, maksad-ı ilâhî, sebep-netice bütünlüğü gibi güzel anlayışlara ulaşılmadıysa bu işi kim hayra yoracaktır?
Akla, ilme, vicdana müstenit bir eleştirinin ibadet olduğu bilinmiyorsa putlaştırma kaçınılmazdır.
Vicdanın sesini dinlemeyen, şeytanın ve menfaatlerinin sesini dinleyecektir.
İrade sahibi olmayan asla bir vazife insanı olamayacaktır. Toplumdan geçinen bir asalak, topraklara yüktür. Unutmayalım; “insanlara yük olmayın” diyen bizim Peygamberimizdir.
Milli eğitim, diyanet, üniversite, medya gibi insana tesir eden kuruluşlara yakından ve dikkatlice baktığımızda geleceğe dair umutlarımızı korumakta zorlanıyoruz.
Eğitimde altmış beş ülke arasında kırk ikinci sırada gelmek, en etkili yüz üniversite içinde yer bulamamak halk bazında, okuduğunu anlama açısından sondan üçünü sırada gelmek, insan potansiyelini ihtiyaca göre planlayamamak... Üniversite imtihanlarında, ilk bin öğrenci hakkında bile bir hesap ve kitabımızın olmayışı hayra alamet değildir.
“Haşa ki eğitim, öğretim ciddi bir konudur, oyun eğlence değildir.”
Aile kurumuna yakından bak, dur ve dinle. Sarsıntıyı hissedeceksin.
Olanın da, olması gerekenin de farkında olmayan, zaman şuurundan yoksun, sorumluluk duygusu gelişmemiş insanlarla nereye ey Ümmet-i Muhammed?
İnsan sermayemiz çürütülmek istenmiyor mu?
Üzerimizde, uzun vadeli projeler uygulandığını düşünüyorum. Çürütücü, bitirici, işi kökünden halledici(!) projeler. Olup-bitenlere mü’min ferasetiyle bakmalı.
Hemen bir seferberlik başlatmalı. İnsanımıza doğru bilgi, sorumluluk duygusu ve değer kazandırma seferberliği. Ümmet-i Muhammed’in her bir ferdi buna iştirak etmeli. Bu işin ertelenmeye tahammülünün olmadığını düşünüyorum.