Yetimin Malının Korunması
Çocuğun hayata hazırlanması mes'elesinde, İslâmın derpiş ettiği en mühim tedbîrlerden biri, çocuğun malının korunmasıyla alâkalı teşrîâtıdır. Kur'ân bu mevzûyu da yetimle alâkalı bahiste ele almıştır. Tefsirlerde teferruatlı olarak kaydedildiği üzere, İslâmdan önce Arab cemiyetinde yetimlerin mallarında velîleri istediği gibi tasarruf etmekte, gasbedercesine serbestçe istihlâk etmekteydiler. Kur'ân-ı Kerim yetimle alâkalı diğer birçok uyarılardan başka, onların mallarının korunması hususunu da mükerrer âyetlerde müstakilen ele almış, koruması, arttırılması ve belli bir disipline göre harcanması için direktifler vermiş, bunlara uymayanlar için ağır tehditlerde bulunmuştur:
Şu âyet, yetimlerin mallarını haksız olarak yiyenleri şiddetle tehdîd eder:
Meâlen: "Yetimlerin zulmen mallarını yiyenler, muhakkak karınlarında sırf bir ateş yerler ve yarın çılgın ateşe yaslanırlar."[357]
İki ayrı yerde tekerrür eden şu âyet, yetim malının "en iyi şekilde" tasarruf edilmesini emreder:
Meâlen; "Yetimin malına, rüşdüne erinceye kadar, o en güzel olanından başka surette yaklaşmayın."[358]
Bu mes'eleyi açıklayan diğer âyetlerin de yardımıyla müfessirler, "en güzel yaklaşma" tabirinden şu üç temel esası anlarlar:[359]
1. Muhafaza
2. Artırma
3. Zamanında teslim.
Bu üç esası, en açık şekilde medâr-ı bahs eden âyet sûre-i Nisâ'da gelmiştir.
Bâzı hükümlerini daha önce açıkladığımız bu âyetin tam meali şöyledir:
"Yetimleri, nikâh çağına ermelerine kadar" gözetip deneyin. O vakit, kendilerinde bir rüşd hissettiniz mi, hemen mallarını kendilerine teslim edin. Büyüyecekler de ellerine alacaklar diye, o malları israfla yemeye kalkmayın. İhtiyacı olmayan (zengin olan) tenezzül etmesin, muhtaç (fakir) olan da meşru surette ber şey yesin, mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman da karşılarında şâhid bulundurun. Hesabınızı doğru tutmak için Allah'ın harekâtınızı hesaba çekmekte olması yeter."[360]
Yetimin malının korunması mes'elesinin can alıcı noktası olması hasebiyle, bu üç esası kısaca açıklayacağız:
Muhafaza: Bundan maksad, yetim rüşdüne erip kendi işlerini kendisi görüp malını da istikamet üzeretasarruf edecek hâle gelinceye kadar her çeşit emvalinin çocuğun menfaatlerini haleldar edecek şekilde kullanmaktan (israf, ziyan, yağmalama, âtıl durdurma gibi) velinin korumasıdır.
Bu' mühim mes'ele ile alâkalı olarak Kur'ân-ı Kerimde şu âyet de yer eder:
Meâlen: "Allah'tan korkun da yetimlere mallarını verin ve temizi murdara (helâli harama) değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katıp yemeyin. Çünkü o, büyük bir vebal bulunuyor."[361]
Hemen kaydedelim ki, âyette geçen "yetime malını vermek" hükmündeki "yetim" tâbiri kelimenin hakikî mânâsında "yetim"i ifâde etmez. Çünkü, yetime malı verilmez, üzerinden yetimlik kalktıktan sonra verilir. Bulûğa erip de rüşdünü isbat etmiş bulunan kimsenin de "yetim" olarak isimlendirilmesi "yetimlik"ten yeni çıkmış olması sebebiyledir.[362]
Âyet-i kerîmenin esbâb-ı nüzûlüyle alâkalı rivayetlerden[363] de anlaşılacağı üzere buradaki "veriniz" emri, "yetimin malına göz dikmeyiniz ve sırası gelince hiçmüşkilât çıkarmadan tamamen veriniz ve vermek için iyi muhafaza ediniz" demektir.[364]
Yetim malının veli tarafından nasıl muhafaza edileceği hususunun anlaşılması için âyette geçen bir iki tâbirle alâkalı olarak kaydedilen açıklamalara bir göz atalım:
1. "Temizin murdarla değiştirilmesi" tâbirinden özetle şunlar anlaşılmıştır:
a) Velinin aynı cinsten olan kendi âdi malını yetimin daha değerli, daha kıymetli 'olan malı ile değiştirmesi. Bu yasaklanmış oluyor.
b) Herkesin kendi malı temiz ve helâldir. Yetimin malı ise haramdır. Binâenaleyh bir velinin kendi helâl olan malını yetimin haram olan malı ile değiştirmesi yasaklanmıştır. Malın aynı cinsten veya başka cinsten malla veya nakdî' parayla değiştirilmesi de yasaktır. Fukaha bu noktadan hareketle velinin, velayeti altındaki çocukla normal şartlarla alış veriş yapmasını yasaklamıştır. Bu mes'eleyi aydınlatacak bir fetvayı Ahkâmu's-Sığâr'dan kaydediyoruz:
"el-Fetâvâ's-Suğra"da zikredildiğine göre, Vasi, yetimin malını kendi hesabına satın alacak olsa, bakılır, eğer bu, çocuğun hayrına bir satış ise caizdir. Hayırlı olmaktan maksadın ne olduğuna gelince, on dirhem değerinde olan bir şeyi on beş veya daha fazla dirheme satın almaktır. Veya on beş dirhem değerindeki kendi malını çocuğa on dirheme satmaktır. İşte bu, çocuk içinhayırlıdır. Değerinin fevkinde olursa hayırlı değildir. Fetva da bu vech üzeredir."[365]
"Muhâfaza"nın mâhiyetini açıklayıcı bir diğer fetvayı daha kaydedeceğiz. Fetva akar nevinden, yâni taşınmaz malların korunmasına râci:
"Vasi, yetimin akarını yabancıya normal değeriyle (mislü'l-kıyme) satarsa caizdir. Ve bu mes'ele herkesçe bilinir. Şemsü'l-Eimme el-Halvânî der ki: Bu, selefin cevâbıdır. Müteahhir âlimlerin cevâbına göre, bu satış, üç şarttan biri ile caizdir: Ya müşteri kıymetinin fazlasını vererek alır, ya küçüğün bunun değerine ihtiyacı vardır, ya ölenin ödenmeyen borcu vardır. Fetva da bu görüşe göredir."[366]
Demek oluyor ki, yetimin akar nevinden sabit emlâkinin satılması ciddî şartlara bağlanarak kolayca ve çabucak istihlâki önlenmiş olmaktadır.
e) "Temizin murdarla değiştirilmesi" tabirinden anlaşılan üçüncü mânâ "velinin kendi malına iyi bakıp yetimin malını kötü halde bırakmasıdır." Bu da yasaklanarak, yetimin malına en az kendi malı kadar, hattâ daha iyi bakılması emredilmiştir.
d) Dördüncü olarak "yetimin malını, tecâvüz edip almayınız ki elinizde güzel mallarınızın ona mukabil zayi olmasına sebep olup da felâkete düşmeyin" emri anlaşılmıştır.
e) Son olarak "kendi helâl rızkınıza intizar eyleyerek sabırsızlanıp yetimin malını yemek için pis boğaz-lığa kalkışmayınız" mânâsı anlaşılmıştır.
2. Daha önceki âyette geçen "zengin olan tenezzül etmesin, muhtaç olan da meşru surette bir şey yesin" ifâdesi de bir nebze üzerinde durmamızı gerektirmektedir:
Râzî'nin kaydına göre, bir kısım âlimler zengin de olsa, fakirde olsa "kayyinTin gördüğü bakım hizmetine mukabil yetimin malından ücre,t alabileceğini söylemiştir. Ancak ekseriyet, âyetten, zenginin almaması gerektiği, zira, yetime bakmanın "farz" bir vazife olduğu, "farz" olan vazifeye mukabil ücret alınamayacağı görüşünü benimsemiştir. Bunlara göre "kayyim", fakir ise, ihtiyacı karşılayacak asgarî miktarda alır, zengin olacak olursa bunu tekrar iade eder, zenginleşmezse, yetimle helâlleşir.[367]
Araştırma: Bundan maksad, velinin yetimin malını sabit durdurmamasıdır. Bu da onu, ya bizzat ya da başkası vasıtasıyla çalıştırmasıyla gerçekleşir. Eğer, nakit para ise mudârebe yoluyla ticârete verir. Ev ve hayvan ise kiraya verir. Tarla ise çeşitli usullerle eker, ektirir, fakat âtıl bırakmaz.
Zamanında teslim: Âyette zikredilen, yetim malına en güzel yaklaşmanın üçüncü şartı, zamanında teslimdir. Çocukta rüşd hâli görülmezden Önce, malın teslimi yasak olduğu gibi, rüşd hâli görüldükten sonra geciktirilmesi de yasaklanmıştır. Mezkûr âyetin ıtlâkından, bir kısım âlimler, rüşd hâli görüldükten sonra yetimin taleb etmesini beklemeden derhal malın verilmesinin vâcib olduğu hükmünü çıkarmışlardır.[368]
Âyet ayrıca, teslim işinin şahitler huzurunda yapılmasını emretmektedir. Bu emrin zımnında, velî veya vasilere, yetimlerin malları teslim edilirken şahitler huzurunda ve sayılarak yapılması emri de vardır. Zira "Şahit huzurunda emânet olarak alınan her malın zimmetinden, şahit huzurunda teslim suretiyle kurtulunur"[369]
Erken mes'ûliyet: Yetimin malının korunması zımnında kaydettiğimiz yukarıdaki açıklamalardan bir başka netîce daha çıkmaktadır: Kur'ân-ı Kerîm, çocukların, mümkün mertebe erken yaşlarda mes'ûliyet sahibi kılınmalarını istemektedir. Bu hedefe, onları, bulûğ çağından önce, ciddî ve disiplinli bir tâlim ve terbiyeye tâbi tutmakla ulaşılır. Nitekim âyet, "yetimleri deneyin" emrederek erken yaşlarda hayata hazırlanmalarını istemiş, "rüşd görür görmez teslim edin" emriyle de, teslimde yâni kendi idarelerini kendi ellerine vermekte gecikilmemesini emretmiş olmaktadır.
Bu âyet açısından -askerliğini yaptıktan sonra bile babasının vesayetinden kurtulamayan, daha açık ifadesiyle rüşdüne erdikten yıllar sonra bile, müstahsil değil müstehlik olarak kalıp ekonomik bakımdan aileye yük olmaya devam eden gençlerin çokluğunu gözönüne alarak- memleketimizi değerlendirecek olursak, İslâmî ruhtan sâdece namazı, orucu, zekâtı terk noktasındaki zayıflamamızla değil, daha nice noktalardan nasıl uzaklaşmış bulunduğumuzu anlarız.[370]