paylaş
FaceBook

Bismillahirrahmanirrahim:

Hamdele-i perverdigar ve salvele-i ali ahyar ve salvele-i muhammedinil Mustafa (s.a.v) ve cemiul enbiya-i

mürselinden sonra; bu salât ü selamlarla yazımızı yazmaya başlamayı değil, bu salatu selamlardan tefeyyüz eylemeyi niyet ettik. İnşaallah

Allah Zülcelâl (c.c) Hazretlerinden öncelikli niyazımız bizlere tefekkürü olduğu gibi anlamayı, anlatmayı ve yaşamayı nasip buyurmasıdır. Rabbim okuyup dinleyenlere de hakkıyla anlamayı ve tefekkürü bütün işlerinde esas almalarını nasip ve müyesser buyursun.

 

Tefekkürle alakalı, Kitab-ı İlahi olan Kur’an-ı Kerim’de birçok âyet-i kerime mevcuttur. Bunları araştırıp öğrenmenizi tavsiye ederim.

Ama bütün bu araştırmalardan evvel bilmemiz gereken şey; neyi, niçin ve ne şekilde tefekkür edeceğimizi öğrenmektir.

Bilmeliyiz ki tefekkür; neyi, nasıl düşüneceğini bilen insanoğlunu manevî mertebelerin zirvesine ulaştırır. Fakat yanlış düşünce ve hayallerin peşinde koşanlar, ömrünü boş şeyleri düşünerek geçirenler ise Hakk’ın lütuf ve ihsanlarından mahrum kalırlar. Ve bu mahrumiyetleri sebebi ile istikametlerini de kaybederler.

Tefekkür hususundaki yolculuğumuzda Rasûlullah Efendimiz’in (s.a.v) hadis-i şerifleri bizler için rehber mevkiindedir. Rasûlullah (s.a.v) bizlere neyi nasıl yapmamızı tavsiye ediyorsa bizler de bütün beşerî takatimizle bu yolda emredildiği şekilde yürümeye çalışmalıyız.

Sahabe-i kiramdan Mikdat ibn Evs’in (r.a) rivayet ettiği bir hadis-i şerifi sizlere nakletmek isterim:

Mikdat ibn Evs Hazretleri diniyle ilgili birkaç nasihat dinlemek gayesiyle evinden ayrılır. Bunun için müracaat edilecek makam bellidir. Zira o mümtaz, seçkin insanlar küçük büyük demeden her yapacakları işin ölçüsünü Rasûlullah’ın (s.a.v) hayatından almanın gayretindeydiler. Onlar Rasûlullah’tan (s.a.v) ayrı düşünmez, oturup kalkmaz, yiyip içmezlerdi. Böyle olmasına rağmen sahabi efendilerimiz Rasûlullah’a (s.a.v) çok soru sormaktan da men edilmişlerdi.

Bu sebeple Mikdat (r.a) Hazretleri kiminle sohbet edeyim diye düşünür. Aklına ashab-ı suffeden olan Ebu Hureyre (r.a) gelir.

Gider, selam ve hâl hatırdan sonra ona der ki: “Ya Eba Hureyre! Senin Rasûlullah ile çok teşrik-i mesâin vardır. Onun için senden bir şeyler öğrenmeye geldim.” Ebu Hureyre’nin cevabı şöyle olur:

“Tefekkür ile yapılan bir anlık ibadet üç sene tefekkürsüz yapılan ibadetten faziletlidir.”

Hz. Mikdat (r.a) bu söze hiç itiraz etmeden sahabenin ilim ehli olanlarından İbn Mes’ud (r.a) Hazretlerine giderek durumu anlatır ve Ebu Hureyre’nin cevabını söyler. İbn Mes’ud der ki:

“Tefekkür ile yapılan bir anlık ibadet yedi sene tefekkürsüz yapılan ibadetten daha faziletlidir.”

Hz. Mikdat (r.a) daha büyük bir şaşkınlık içerisinde iken Hz. Ebu Bekir (r.a) ile karşılaşır. Ona Ebu Hureyre ve İbn Mes’ud’un söylediklerini nakleder. Hz. Ebu Bekir de Hz Mikdat’a şöyle der:

“Tefekkür ile yapılan bir anlık ibadet yetmiş sene tefekkürsüz yapılan ibadetten faziletlidir.”

Hz. Mikdat daha büyük bir merakla ve bir kanaate varamadığı için Hane-i Saadete giderek Rasûlullah’a (s.a.v) bu duyduklarını sormak ister. İzin ister ve yanına girerek Ebu Hureyre, İbn Mes’ud ve Ebu Bekir’in söylediklerini Rasûlullah’a (s.a.v) anlatır.

Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz Hz. Mikdat’a gidip Ebu Hureyre, İbn Mesûd ve Ebu Bekir’i çağırmasını söyler. O da gidip onları çağırır. Rasûlullah’ın (s.a.v) huzuruna gelirler.

Rasullullah (s.a.v) “Ya Eba Hureyre! Sen bir saat tefekkürle ibadet üç sene tefekkürsüz ibadetten efdaldir, derken neyi kastettin?” buyurur.

Ebu Hureyre şöyle der:

“Allah Zülcelâl kâinatı yaratmış. Onu bütün alametlerle donatmış ve ona “âlem” demiş. Ona bakarak Allah’ın varlığını öğrenmek, kâinatı düşünerek, kâinatın sahibi olan kâdir-i mutlak Allah Teâlâ Hazretlerini tanımayı murad ettim.” der. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz “Doğru dedin.” buyurur ve ardından İbn Mes’ud’a “Sen bir saat tefekkürle ibadet yedi sene tefekkürsüz ibadetten faziletlidir, derken neyi murad ettin?” buyurur. İbn Mes’ud da şöyle der:

“Ya Rasûlallah! Allah Zülcelâl bizi yokluktan varlık âlemine gönderdi. Vahdaniyet-i ilahiyesine davet etti. Ben de acaba bu ihsanlar karşısında imanımı muhafaza edebilir miyim, yoksa imanımı muhafaza edemeden mi ilahi huzura giderim korkusunu murad ettim.” der. Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz “Sen de doğru söyledin, haklısın.” buyurur ve Hz. Ebu Bekir’e “Ya Ebâ Bekir! Sen bir saat tefekkürle ibadetin yetmiş sene tefekkürsüz ibadetten efdal olduğunu söylerken neyi murad ettin?” buyurur. Hz. Ebu Bekir (r.a) de:

“Ya Rasûlullah! İnsanların cehennemden kurtuluşu için nefsimi, malımı, canımı ve sahip olduğum her şeyi feda ettiğim sizce malumdur. Ama şimdi hesap âleminin dehşetini düşünüyorum ve yarın insanlık gürül gürül cehenneme dökülürken benim buna nasıl tahammül edeceğimi murad ettim.” der.

Rasûlullah “Sen de doğrusun ya Ebâ Bekir!” buyurur. Ve ardından da “Bu düşünce ile yetmiş senelik düşüncesiz ibadetten daha çok sevap kazanırsın.” buyurur.

Demek oluyor ki insan düşüneceği vakit öncelikle neyi, ne için ve nasıl düşünüp tefekkür etmesi gerektiğinin hesabını en güzel şekilde yapmalıdır.

Yukarıdaki hadis-i şerife dikkatlice bakarsanız Ebu Hureyre’nin ve diğerlerinin ifadeleri bizlere tevhid yolunu göstermektedir.

Allah Zülcelâl Hazretlerinin Kur’an-ı Kerim’de yerlerin, göklerin dönüp dolaşmalarını, yıldızların ve kâinatın hallerini birçok ayet-i kerime ile bizlere bildirmekte olduğunu görürüz.

Biraz düşünürsek elimizde bizleri sapıklıktan muhafaza eden ve bizleri Hakka yönelten bir kitab-ı ilâhî vardır. Bu ilâhî kitapta ifade edilen hakikatleri delillendirmek için de önümüze açılmış bir kâinat kitabı var. Bizler kitab-ı ilâhîdeki hakikatleri önümüze açılmış olan âlemlere bakarak imanımızı taklidî imandan, iman-ı hakikiye yükseltebiliriz.

Yani tefekkür olmadan tevhid yolunda başarıya ulaşmak, yaratılış gayemize ulaşmak asla mümkün değildir. Yalnızca manevî değil maddî hayatımızın dirilişi de tefekküre (düşünceye) bağlıdır.

Bakınız Allah Zülcelâl Hazretleri bazı hususlarda insanları hayvanların hallerini düşünmeye davet eder.

Allah Teâlâ Hazretlerinin yarattığı hiçbir varlık küçümsenemez. Ama insanlar gafletleri sebebi ile her şeyi aynı şekilde düşünemezler.

İnsan Allah Teâlâ’nın yarattıklarında O’nun (c.c) “Sânî” sıfatının tecellisini görmeli ve onda mevcut olan sanatları öğrenmelidir.

Allah Teâlâ Hazretleri bütün esmâyı Hz. Âdem’e (a.s) öğretip onu dünya âlemine gönderdikten sonra Cebrail’i (a.s) de arkasından gönderir. Cebrail (a.s), Hz. Âdem’e (a.s):

“Ey Âdem evlatlarına şunları vasiyet et:

Eğer dünyalarını kazanıp ma’mur edip geçinecekseler şu sanatlardan biriyle çalışıp kazansınlar.

Eğer dünyalarını ilimle kazanıp geçinmek isterseler ilimleri de, dünyaları da, ahiretleri de kaybolur.”

Allah Teâlâ Hazretleri kıyamet sabahına kadar yeryüzünde keşfedilecek olan bütün sanatları bir canlının bünyesine yerleştirmiştir. Yani yeryüzünde ne kadar canlı cansız mahlûk varsa onlar keşfedilmeyi bekleyen sanatların örnek projeleridir. Bunların dışında bir sanatın keşfi ve bir ilmî gelişmenin ortaya çıkması mümkün değildir.

Yani seni gayene kavuşturacak olan, insanları dünya ve ahiret hususunda başarıya götürecek olan tefekkürdür.

Tevhid akidesi de tefekkürle tamamlanır. Bir insan tefekkür etmeksizin yalnızca Kur’an-ı Kerim’den okumak suretiyle; Allah’ın varlığını, vahdaniyetini öğrense bu insan iman-ı taklîdîden kurtulamaz. Yani tefekkür olmaksızın taklîden Kitab-ı ilahiden öğrendikleri şeyler kişiyi imanı taklîdîden çıkarmamaktadır. Öyleyse diyebiliriz ki yalnızca bilgi sahibi olmak insanı iman-ı taklidîden âlem-i şehadete yükseltmez.

Allah Zülcelâl Hazretleri insanlara taklîdî imandan âlem-i şehadete yükselebilmesi için akıl nimetini ihsan buyurmuştur. Kur’an-ı Kerim’de okuduklarımızı; bize ihsan edilen aklımızla, kâinattaki Allah’ın eserleriyle, alâmetleriyle, delilleriyle, ayetleriyle bir noktaya getirmenin gayreti içerisinde olursak inşallah âlem-i şehadete yükseliriz. Çünkü âlem-i şehadete yükselmeden kelime-i şehadetin “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh” kısmını demeye hakkımız yoktur, desek bile bu bizi yaratılış gayemize eriştirmez.

Bilmelisiniz ki şehadet, görünen varlıklar için söz konusudur. Dolayısıyla ilimle şehadet olmaz. Kim ne derse desin, ilimle varlıkları bir araya getirerek akidemizi şehadet mertebesine yükseltemezsek ömrümüzü boş gayeler peşinde zâyi etmiş oluruz.

Âlem-i şehadete yükselmenin anahtarı ise “tefekkür”dür. Bu şekilde “Eşhedü en lâ ilâhe illallâh”ı ikrar ederek şehadet mertebesine yükselmemiz mümkündür ama önemli bir meselemiz daha vardır. Evet, Kur’an’dan öğrendiğimiz ilimle kâinattaki delilleri Allah’ın emrettiği gibi bir araya getirip tefekkür edince “Eşhedü en la ilahe illellah” söylemeye hak kazanırız. Ama “Eşhedü enne muhammeden abduhu ve rasuluhu” hususunda şahadet mertebesine nasıl yükselebiliriz?

“Hocalarımız yazdılar bizler de öğrendik ve böylece şehadet ediyoruz.” sözünün; ilimle kâinattaki delilleri bir araya getirmedikten sonra hiçbir değeri ve aslı yoktur. Ancak bunları bir araya getirip tefekkür edebildiğimiz zaman Allah Zülcelâl’in kâinatın nizamını bizler için âlem-i şehadet olarak yarattığını anlarız. Bunu anlayabildiğimiz zaman kâinattaki bütün delilleri tefekküre başlarız ki buna “seyr ilallâh” (Allah’a yolculuk) denir.

Bundan da anlıyoruz ki tefekkür boş bir anahtar olmayıp marifetullah kapısının açılmasına ve marifetullah yolunda kemalât yolculuğuna başlanmasına sebep olan çok büyük bir ihsan-ı ilahidir. Bu mertebeye ulaştığımız zaman tefekkür ettikçe Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin getirdiği kitab-ı ilahîde ezelî ve ebedî olarak verdiği haberlerde hiç bir eksiklik bulunmadığını anlarız. O zaman kul; Rasûlullah’ın kelamı ile ilahî kelam arasında bir tezat olmadığını görerek Rasûlullah hakkında da âlem-i şehadet makamına yükselerek “Eşhedü enne muhammeden abduhû ve rasûluhu” deme hakkını elde eder.

Allah Zülcelâl akıl ve fikir kabiliyeti ile bizleri şereflendirdiği gibi fânî hayatımızı da ilim, akıl ve fikir yolundan saptırmadan yaşamamızı nasip ve müyesser buyursun.

Okuyucularımıza da her zaman ve her sahada emredildiği şekilde tefekkür ederek hayat sürmelerini tavsiye ederim.

Dünyamız sıkıntılı günler içerisindedir. İleriki günlerde önümüze çok daha sıkıntılı şeylerin gelmeyeceğinden de emin değiliz. Eğer doğru tefekkür etmeye alışkanlık kazanabilmişsek Allah Teâlâ Hazretleri bütün darlıkları aradan kaldırır ve inşaallah içimize sekîneti indirir.

Karşılaşacağımız hadiseleri mü’mine yakışır bir ferasetle düşünerek, kurtuluşumuz için sığınacağımız makam olan Âlemlerin Rabbinin huzuruna sâlih amellerle gitmenin gayretinde olalım.

Allah Teâlâ bizleri kendisine hamd edenlerden, emrettiği gibi tefekkür edip felaketlerden kurtulan kullarından eylesin. Hamd ve şükürden uzak kalmamayı cümlemize nasip buyursun.

Selam, hamd ve şükredip felaketlerden kurtuluş sebebimiz olan tefekkürden mahrum kalmayanların üzerinde olsun.

Ahmet Yaşar Hocaefendi

883">