paylaş
FaceBook

Hz. Mûsâ döneminde yaşamış ve peygamber olması kuvvetle muhtemel, hikmet ve ilim sahibi bir şahsiyet.
Kur'ân-ı Kerîm'de, Hızır (a.s.)'ın isminden açıkça bahsedilmez. Ancak Kehf Sûresi'nin 60-82. âyetlerinde yer alan Hz. Mûsâ ile ilgili kıssadan "Katımızdan kendisine bir rahmet verdiğimiz ve kendisine ilim öğrettiğimiz kullarımızdan bir kul..." (18/65) diye sözü edilen şahsın Hızır (a.s.) olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü bizzat Peygamber Efendimizden gelen sahîh hadislerde bu şahsın Hızır olduğu açıkça belirtilmiştir (bk. Buhârî, İlm 16, 44, Tefsîru'l-Kur'ân, Tefsîru Sûrati'l-Kehf 2-4; Müslim, Fedâil 170-174).

Bu rivayetlere göre bir gün Hz. Mûsâ İsrâil oğulları arasında vaaz ederken ona kendisinden daha hikmet ve ilim sahibi kimsenin olup olmadığı sorulmuştu. Hz. Musâ: "Hayır, yoktur!" diye cevap verince Cenâb-ı Hak bir vahiyle Hz. Mûsâ'yâ Mecme'u'l-Bahreyn'de (iki denizin kavuşum yerinde) kullarından salih bir kul olan el-Hadır (Hızır)'ın kendisinden daha âlim olduğunu bildirdi. Bunun üzerine Hz. Mûsâ hizmetinde bulunan genç bir delikanlı ile Hızır'ı bulmak üzere uzun bir yolculuğa çıktı. İkisi, iki denizin birleştiği yere ulaşınca, yolculukta yemek üzere azık olarak yanlarına aldıkları balıklarını unutmuşlardı ve balık bir delikten kayıp denizi boylamıştı. Hz. Mûsâ oradan bir süre uzaklaştıktan sonra yemek için delikanlıdan balığı çıkarmasını istediği zaman balığın denize dalıp kaybolduğunu fârkettiler. Hz. Mûsâ'nın Hızır'ı bulmasının alâmeti, bu balığın kaybolması olduğundan derhal oraya geri döndüler ve orada Hızır (a.s.)'ı buldular. Bundan sonra Hz. Mûsâ'nın Hızır ile, Kehf Sûresi 66-82. âyetlerinde anlatılan yolculuğu başladı.


Hz. Mûsâ'nın yolculuğunda azık olarak taşıdığı balığın Mecme'u'l-Bahreyn'de denize dalıp kaybolması, bazı rivayetlerde ve çeşitli İslâm milletlerinin folklorunda, bu arada Türk folklorunda da bu suyun âb-ı hayat olduğu, ölüleri bile canlandıran, içenleri ölümsüzleştiren bir hayat iksiri olduğu şeklinde izah olunmuş, burada balığın canlanıp denize dalması meselesinde bir peygamberin hayatının ve Cenâb-ı Hakk'ın kudretinin söz konusu olduğu unutulmuştur. Buna bağlı olarak, Mecme'u'l-Bahreyn bölgesinde yaşayan birisi olarak Hızır (a.s.)'a da ölümsüzlük isnâd edilmiş ve kendisine beşer üstü güçler ve yetkiler verilmiştir.


Hızır aleyhisselâma verilen ilmin mahiyetini anlayabilmek için Musa (a.s.) ile olan yolculuğunu Kur'ân-ı Kerîm kısaca şöyle anlatır: Hızır (a.s.), yolculukta karşılaşacakları olaylara Musa peygamberin sabredemeyeceğini kendisine hatırlatmış ve O'ndan sabır için söz almıştır (el-Kehf,18/66-70). Önce deniz sahilinde, yolculuk için bir gemiye binmişlerdi. Hızır (a.s.) bir balta ile gemiyi delince kaptan tamir için geri dönmek zorunda kalmıştır. Musa (a.s.) sabredemeyip şöyle demiştir: "Gemiyi, yolcularını boğmak için mi deldin? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın" (el-Kehf; 18/71). Yolculuğun sonunda, ilk bakışta görünmeyen ve perde arkası bilgi niteliğindeki sebebi Hızır (a.s.) şöyle belirtir: "O, deldiğim gemi, denizde çalışan birkaç yoksulundu. Onu kusurlu yapmak istedim. Çünkü gemi yolculuğa devam ederse, ileride her sağlam gemiye el koyan bir kral (deniz korsanları) vardır" (el-Kehf, 18/79). Yolculuk sırasında, diğer çocuklarla oynamakta olan bir çocuğu öldürdü. Musa (a.s.): "Kısas olmadan, masum bir cana nasıl kıyarsın? Doğrusu çok kötü bir iş yaptın, dedi" (el-Kehf,18/74). Küçük çocuğun bu erken yaşta vefat ettirilme sebebi Hızır (a.s.) tarafından şöyle açıklandı: "Öldürdüğüm erkek çocuğa gelince; onun anne ve babası mü'min kimselerdi. İleride onları isyan ve inkâra sürüklemesinden korktuk istedik ki, Rableri bu ölen çocuk yerine kendilerine ondan daha temiz ve daha merhametli birini versin" (el-Kehf, 18/80,81). Burada Cenâbı Hak'kın, anne-babanın hayırlı kimseler olması sebebiyle, ileride kendilerini üzecek, büyük sıkıntılara sokacak bir çocuğu erken yaşta vefat ettirip, onun yerine daha hayırlı bir evladın verilmesinin, gerçekte o aile için " hayır" olduğuna işaret ediliyor.

Yolculuğun üçüncü merhalesi Kur'an'da şöyle anlatılır: "Musa ve salih kul yollarına devam ettiler. Sonunda bir köye varıp, halkından yiyecek istediler. Halk ise onları misafir etmek istemedi. Musa ve salih kul, orada yıkılmak üzere olan bir duvar gördüler, Salih kul hemen onu doğrultuverdi. Bunun üzerine Musa: "İsteseydin buna karşılık bir ücret alırdın, dedi. Salih kul şöyle dedi: İşte bu seninle benim aramızın ayrılması demektir. Sabredemediğin şeylerin içyüzünü sana anlatacağım" (el-Kehf, 18/77,78). Evi, ücretsiz tamir etmesini salih kul (hızır) şöyle açıklar: "Bu ev, Şehirde iki yetim çocuğun idi. Duvarın altında kendilerine ait bir hazine vardı. Bunların babaları salih bir kimseydi. Rabbin, onların rüştlerine erip, hazinelerini bizzat kendilerinin çıkarmalarını istedi. Bu Rabbinden bir rahmettir. Ben bunları kendiliğimden değil, Allâh'ın emriyle yaptım. İşte, sabredemediğin şeylerin içyüzü budur" (Kehf 18/82).

Bu hikmetlerle dolu yolculuktan, insanların günlük hayatta karşılaştıkları bir takım olayların, bazan büyük felaketlerin bir görünen yüzünün bir de asıl perde arkasının bulunduğu anlaşılmaktadır. Bazan şer olarak görülen olayların arkasından büyük hayırların ortaya çıktığı görülmektedir. Âyet-i Kerîmelerde şöyle buyurulur: "Hoşumuza gitmediği halde, savaşmak size farz kılındı. Belki de hoşumuza gitmeyen bir şey sizin için daha hayırlıdır. belki hoşunuza giden bir şey de sizin için daha kötüdür. Allah bilir siz ise bilmezsiniz (el Bakara, 2/216). "... Eğer karılarınızdan hoşlanmıyorsanız. olabilir ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde Allah, sizin için çok hayır takdir etmiştir. " (en-Nîsâ, 4/19). Rasûlullah (s.a.s.), Hızır (a.s.)'ın ilmiyle ilgili olarak, gemi yolculuğu sırasındaki bir konuşmayı şöyle nakleder: "Bir serçe, denizden gagasıyla su alıp, gemiye konmuştu. Hızır (a.s.) bunu Hz. Musa'ya göstererek şöyle dedi: Allâh'ın ilmi yanında, benim ve senin ilmin, şu serçenin denizden eksilttiği su kadar bir şeydir" (Buhârî, İlm, 44, (el-Enbiyâ, 27, Tefsîru Sûre 18/2; Müslim, Fezâil, 180; Ahmet b. Hanbel, Müsned, II, 311, V, 118; bilgi için bk. İbn Kesîr, Tefsîru'l-Kur'ânı'l-Azîm, İstanbul 1985, V,172-185).

(Hamdi DÖNDÜREN Ahmet ÖNKAL)

Cevap: HIZIR A.S ile ilgili bir soru

Sanırım tam cevap olmamış ama biraz açıklayayım kaynakları da daha sonra da ekleyeyim inşallah.
Hızır a.s'ın Efendimiz Hz. Muhammed sallallahu aleyhi vesellem ile görüşmesi
-Hızır aleyhisselam Peygamber Efendimiz'i görmek için Allah'a dua etti ab-ı hayat denilen sudan içti ve abdest aldı. Peygamber efendimiz zamanında üzerinde temiz bir kıyafet ile Efendimiz sabahe-i kiram ile sohbet ederken geldi. Ve ona kendini arz etti. Sarıldılar ve Hızır a.s Efendimize ümmet oldu. Daha sonra -şükür secdesi yaparak -Artık vakit gelmiştir. dedi. Bu esnada Efendimiz -Ey Kardeşim Hızır. Senden bir isteğim olacak. Sana uzun ömür vaad edildi. Benden sonraki ümmetimin zor durumlarında onlara yardımcı olur musun? buyurdu.
Hızır aleyhisselam da;
-Bu benim için çok büyük bir şereftir Ey Allah'ın Resulü.
diyerek oradan ayrıldı.


Hızır aleyhisselamın hayatı

Hızır a.s'ın hayatı çok farklı olduğu gibi doğumu bebekliği de çok ilginç ve farklıdır. Mısır hükümdarı tüm erkek çocukları öldüreceği zaman Mısır valisi Melik'in eşi de bir erkek çocuk doğurmuş ve onu bulunduğu mekandan çok uzak bir yerde bir mağaraya bırakmıştır. Annesi Allah'a iman etmese de (o zaman o bölgede Allah bilinci olmadığından) o zamanki inançlardan farklı bir gücün olduğuna inanarak. Ey benim ve bu dünyanın sahibi bu çocuğunda sahibi sensin bu çocuğu sana emanet ettim diyerek oradan ayrılmıştır. O bölgeye yakın bir köyün çobanı yaşamaktadır. Takdiri ilahidir ki çocukları olmamaktadır. O mağaranın civarında koyunları otlattırmaktadır. Koyunlarının arasında bir de mor koyun vardır. Mor koyun yeni yeni süt vermemektedir. Çobanın karısı akşamları koyunları sağdığında farkettiği bu durumu bilerek söyleyemez kocasına, çünkü koyunu çok sever eşinin onu kesmesinden korkar. Artık zaman geçince kocasına durumu anlatır. Ona bu koyunda bi haller olduğunu artık süt vermediğini onu takip etmesi gerektiğini söyler. Çoban bir gün sürüyü otlatırken ikindi vakti bir şelalenin kenarında sürüyü dinlendirmek için gölgelik bi yere çeker. Tabi hep gözü mor koyundadır. Mor koyunun normal otlanıyormuş gibi gözükür. Çoban gözünü mor koyundan hiç ayırmaz. Mor koyun bir ara kafasını kaldırarak sanki sağı solu müsait olduğuna dair kontrol edermiş gibi bakınır. Aslında öyle de yapmaktadır. Çoban durumu farkeder. Sonra yavaş yavaş mor koyun sürüden ayrılmaktadır. Biraz mesafe katedip bir mağaraya doğru ilerlemektedir. Mağaranın ağzında iki aslan sanki nöbet tutuyor gibi sağı solu gözetmektedir. Çoban da mor koyunu gittiği yere kadar takip etmekte kararlıdır. Mor koyun, mağaranın ağzına gelince o iki aslan mağaranın ağzından çekilerek mor koyunun mağaraya girmesine izin verirler. Çoban ürker ve hayretler içinde kalır. Çoban korkmaya başlar mağaradan içeri girmeye, ancak girmek ister.Çünkü bu koyun uzun zamandır sütten kesilmekte ve aslanlar bu hayvana hiç dokunmamakta. Böyle bir durumda meraklanmaması mümkün değildir. O da biraz kendine cesaret edinip mağaranın ağzına kadar gelir. Aslanlar çobanı gördüğünde sadece ona bakarlar ve yanına yaklaşmazlar. Daha çok korkmaya başlar çoban, fakat mağara girmeye karar verir. Mağaranın içerisi yırtıcı kuşlar haşereler ve birçok vahşi hayvanlarla doludur. İçeride 4 aslan daha beklemektedir. Mor koyun gelince bu aslanlar oradan ayrılır. Oradan ayrılan aslanlar çobanı görürler. Sanki ondan korkmuş gibi davranarak çobanın yanından koşarak çıkarlar. Çoban çok şaşırır. İçeriye iyice girince çok ilginç birşey görür.
İçeride bir bebek, ve bu bebeği emziren bir koyun. Mor koyun bebeği emzirdikten sonra yüzünü yalar onun yanında oturarak onu ısıtır ve uyutur. Sonra oradan yavaş yavaş ayrılmaya başlar. Hayretler içerisinde kalan çoban bebeği yanına alır. Akşam da olup biteni eşine anlatır. Bebeğin bileği yumuşak sağ işaret parmağı da yoktur.

-Devamı çok yakında

ALINTI

883">