Takva kelimesi sözlükte “korumak, korunmak, sakınmak, saygı göstermek, dindar olmak, itaat etmek, korkmak, çekinmek”; ıstılahta ise “dinin emir ve tavsiyelerine uyma, haram ve günahlardan kaçınma hususunda gösterilen titizlik” anlamında bir kavramdır.
Takva kelimesi Kur’an ve hadislerde bazen sözlük anlamında bazen de “Allah’ın emirlerine uyup yasaklarından kaçınarak azabından korunma” anlamında kullanılır (Uludağ, Süleyman, “Takva”, DİA, XXXIX, 484-486). Takvalı kişiye de müttakî denmektedir. Genellikle peygamberler ümmetlerine, “Allah’tan sakının ve bana itaat edin” (Şuarâ 26/108, 126, 131, 144, 179) diye hitap etmişlerdir.
Kur’an, kendi kendini tefsir eden bir kitaptır. Allah, bazı kavramların açıklamasını Efendimiz’e (sav) bırakırken bazılarını da kendisi yapmaktadır. Allah’ın bizzat kendisinin açıkladığı kavramlardan birisi de “müttakî”dir. Müttakînin kim olduğunu Allah Teâlâ şöyle belirtmektedir: “Elif- Lâm- Mim. İşte bu Kitap; onda asla şüphe yoktur. O, günahtan sakınanlar (müttakîler) için bir rehberdir. Onlar gaybe iman ederler, namaz kılarlar, kendilerine verdiklerimizden hayra harcarlar. Sana indirilene ve senden önce indirilene iman ederler ve ahirete de onlar kesin olarak inanırlar. Rableri katından gösterilen doğru yol üzerinde olanlar ancak onlardır ve kurtuluşa erenler de yalnızca onlardır.” (Bakara, 1/1-5)
Takva Sahiplerinin Özellikleri
Allah Teâlâ’nın bu açıklamasına göre müttakî olmak için birinci olarak gaybe inanmak gerekmektedir. Gayb, görmediğine inanmak demektir. Müslümanın inanç esaslarından hepsi aslında gayptır. Bu anlamda Rabbimize, meleklerine, peygamberlerine, ahiret gününe ve kaza-kadere hakkında hiç bilgimiz olmadığı halde inanmaktayız. İnanç esaslarından olmak üzere insanların en fazla üzerinde durduğu, anlamak için gereksiz tartışmalara girdiği konu kaza ve kader konusudur. İnsanın sınırlı aklı ile kavramasının mümkün olmadığı bu konuda tartışmaktan sakınmak gerekmektedir. Ebû Hüreyre’nin anlattığına göre Allah’ın Rasûlü, Mescid-i Nebevî’de kader konusunda tartışan kişileri görünce yüzü o derece değişmiş ki sanki yüzünde nar tanecikleri gibi kızıllıklar çıkmış ve onlara şöyle seslenmiştir: “Siz bununla mı (böyle aklınızın almayacağı konuları tartışmak üzere) emrolundunuz yoksa ben size bunun için mi gönderildim? Sizden öncekiler bu konuda (akıllarının almayacağı konularda) tartışmaya başladıkları zaman helak olmuşlardır. Bir daha sakın ola ki bu konuda tartışmayınız.” (Tirmizî, Kader, 1). Müslümanın ilgilendiği, tartıştığı konuların ya dünyasına ya da ahiretine faydası olması gerekir. Nitekim Allah’ın Rasûlü kıyametin ne zaman kopacağını soran sahabiye “(Sen böyle soruları bırak da) kıyamet için ne hazırladığını söyle?” (Buhârî, Edeb, 95) diyerek cevap vermiştir. Yani Allah’ın Rasûlü, pratik faydası olmayan sorularla ashabının meşgul olmamasını, bunlarla vakitlerini zayi etmemelerini istemiştir.
Birilerinin sosyal medya ve televizyonlarda yaptığı gibi kelime kalabalığına takılmadan inanılması gerekenlere inanmak gerekmektedir. İslam’da iman esasları altı olarak belirtilmiştir. Aslında iman esasları Allah’a ve Rasûlü’ne hatta sadece Allah’a inanmak olarak da sayılabilir. Çünkü Allah’a inanan bir Mü’min doğru yoldan uzaklaşan insanları uyarmak için peygamberler ve bunlara melekler vasıtasıyla göndereceği ilkelere (kitaplara) de inanır. Bu ilkelere uyan iyi insanların cennete; uymayanların cehenneme gideceğine (ahiret gününe) inanır. Bütün bunların Allah’ın ezeldeki bilgisi dahilinde olduğuna yani kaza ve kadere de inanır.
Allah’ın Rasûlü kendisini görmedikleri halde inananları özlediğini bildirmektedir: Ebû Hüreyre’den rivâyet edildiğine göre, bir gün Rasûlüllah (sav) ashâbıyla birlikte kabristana gitti ve “Allâh’ın selâmı üzerinize olsun ey mü’minler diyârının sâkinleri! İnşâallâh bir gün biz de size katılacağız. Kardeşlerimizi görmeyi çok isterdim.” buyurdu. Ashâb-ı kirâm “Biz Sen’in kardeşlerin değil miyiz, yâ Rasûlallah?” dediler. Rasûl-i Ekrem “Sizler benim ashâbımsınız, kardeşlerimiz ise henüz gelmemiş olanlardır.” buyurdu. Bunun üzerine ashâb “Ümmetinden henüz gelmemiş olanları nasıl tanıyacaksın, ey Allâh’ın Rasûlü?” dediler. Efendimiz “Bir adamın alnı ve ayakları ak olan bir atı olduğunu düşünün. Adam bu atını hepsi de simsiyah olan bir at sürüsü içinde bulamaz mı?” diye sordu. Sahâbe “Evet, bulur, ey Allâh’ın Rasûlü!” dediler. Bunun üzerine Allah’ın Rasûlü şöyle buyurdu: “İşte onlar da abdestten dolayı yüzleri nurlu, el ve ayakları parlak olarak gelecekler. Ben önceden gidip havuzumun başında onlara ikramda bulunmak üzere onları bekleyeceğim. Dikkat edin! Birtakım kimseler yabancı devenin sürüden kovulup uzaklaştırıldığı gibi benim havuzumdan kovulacaklar. Ben onlara “Gelin buraya” diye nidâ edeceğim. Bana “Onlar senden sonra hallerini değiştirdiler, (Sen’in Sünnet’ini tâkip etmeyip başka yollara saptılar, büyük günahlar işlediler.)” denilecek. Bunun üzerine ben de “Uzak olsunlar, uzak olsunlar” diyeceğim.” (Müslim, Tahâret, 39; İbn Mâce, Zühd, 36)
Müttakîlerin diğer bir özelliği de namazlarını kılmaları ve Allah’ın kendilerine verdiklerinden harcamalarıdır. Namaz ve zekat İslam’ın şartlarındandır. Bir hadiste namaz dinin direği olarak belirtilmiştir (Beyhakî, Şüabü’l-İman, IV, 300, hadis no: 2550). Dolayısıyla Müslümanların olmazsa olmazı namaz ibadetidir. Allah Teâlâ kurtuluşa erecek Mü’minlerin özelliklerini sayarken onların namazlarını huşu içinde (Mü’minûn, 23/2) ve devamlı kıldıklarını (Mü’minûn, 23/9; Meâric, 70/23, 34) belirtmektedir.
Takva Sahipleri Allah’ın Veli Kullarıdır
Takva sahipleri yani müttakîler aynı zamanda Allah’ın veli kullarıdır. Rabbimiz kişinin iman ve takva sahibi olduğunda Allah’ın dostu olduğunu ve onlar için korku ve üzüntü olmadığını belirtmektedir: “Bilesiniz ki, Allah’ın dostlarına hiçbir korku yoktur. Onlar üzülmeyeceklerdir de. Onlar iman etmiş ve Allah’a karşı gelmekten sakınmış olanlardır.” (Yunus, 10/62-63) “Şüphesiz Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra da dosdoğru olanlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülmeyecekler de. Onlar cennetliklerdir. Yapmakta olduklarına karşılık, orada sürekli kalacaklardır.” (Ahkaf, 46/13-14)
Müttakîler İçin Dünyada ve Ahirette Nimetler Hazırlanmıştır
Allah Teâlâ, müttakiler için hem dünyada hem de ahirette nimetler hazırlamıştır. İnsanlar daha dünyada iken takva sahibi olmanın karşılığını görmeye başlayacaklardır. Allah Teâlâ, insanlar iman eder ve takva sahibi olurlarsa onları sevdiğini bildirmekte (Âl-i İmrân, 3/76) dünyada da onlara bol nimetler vereceğini ilan etmektedir. “O ülkelerin insanları inansalar ve günahtan sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereket kapılarını açardık.” (A’raf, 7/96) Yine Rabbimiz takva üzere olan kullarına bol bol yağmur vereceğini belirtmektedir: “Eğer kullarımız hak yolda doğru yürürlerse kendilerini, denemek için bol su verirdik.” (Cin, 72/16)
Rabbimiz, takva sahipleri için ahirette de nimetler hazırlamıştır. İman etmek ve doğru bir hayat yaşamak cennet nimetlerine kavuşmaya da vesiledir: “Şayet Ehl-i kitap iman edip günahtan sakınma çabası göstermiş olsalardı, kuşkusuz biz de kötülüklerini yüzlerine vurmaz ve onları nimeti bol cennetlere koyardık.” (Mâide, 5/65) Muttakîler için vaat edilen cennet nimetlerdinen bir kısmını Allah Teâlâ şöyle belirtmektedir: “Allah’a karşı gelmekten sakınanlara söz verilen cennetin durumu şöyledir: Orada bozulmayan su ırmakları, tadı değişmeyen süt ırmakları, içenlere zevk veren şarap ırmakları ve süzme bal ırmakları vardır. Orada onlar için meyvelerin her çeşidi vardır. Rablerinden de bağışlama vardır. Bu cennetliklerin durumu, ateşte temelli kalacak olan ve bağırsaklarını parça parça edecek kaynar su içirilen kimselerin durumu gibi olur mu?” (Muhammed,47/15) Rabbimiz müttakîlerin cennette ebedî kalacaklarını da belirtmektedir: “Rablerine karşı gelmekten sakınanlara, Allah katından bir ikram olarak, zemininden ırmaklar akan cennetler vardır; orada temelli kalacaklardır.” (Bakara, 2/198)
Sonuç olarak takva sahibi olmak; Rabbimizin, Efendimiz’e (sav) ve inananlara belirttiği gibi olmaktır: “Senin yanında hak yola dönenlerle birlikte, sana buyrulduğu gibi dosdoğru ol!” (Hûd, 11/112) Yine takva sahibi olmak; büyük günahlardan kaçınmak ve küçük günahlarda ısrar etmemektir. Kişi büyük günahlar konusunda dikkatli olursa Allah onun küçük günahlarını affedeceğini bildirmektedir: “Eğer size yasaklanan büyük günahlardan kaçınırsanız sizin küçük günahlarınızı örteriz ve sizi değerli bir yere koyarız.” (Nisâ, 4/31) Yine takva sahibi olmak; inanç ve ibadet konusunda samimi olmaktır. “Dininde samimi olursan az ibadet de sana yeter.” (Hâkim, el-Müstedrek, IV, 341, hadis no: 7844)
Yazar: Yrd. Doç. Dr. Mustafa Karabacak