paylaş
FaceBook

ICL: Dana, sığır yavrusu.
IDLÂL: Saptırma, azıtma.
ISLAH: Düzeltme ve imâr etme.
ISLAHAT: Düzeltmeler, tashihler, iyi hale getirme, mükemmelleştirme.
ISTIFÂ: Seçme, ayıklama, süzme.
ITLÂK: 1. Salıverme. 2. Boşama. 3. Soyutlama, söyleme, kullanma.
ITNÂB: Konuşurken fazla tafsilât vermek, sözü gereğinden fazla uzatmak.
IYÂN: Âşikâr, belli.
IZTIRÂRÎ: Mecburiyet altında olan.
İBÂD: Kullar.
İBÂDÜ'R-RAHMÂN: Allah'ın kulları.
İBÂHE: 1. Mübah olmak. 2. Ateş söndürme.
İBDÂ: 1. Meydana getirme. 2. Yaratma.
İBKÂ: "Bekâ"dan: Devamlı kılmak.
İBKÂM: Susturma, bir tartışmada ağız açamıyacak hale getirme.
İBN: Oğul.
İBNULLAH: Allah'ın oğlu. Hıristiyanlar Hz. İsa'ya İbnullah derler.
İBRÂ: Bağışlanma, temize çıkma, aklanma.
İBRET-ENGİZ: İbret verici.
İBTİDÂ: Başlangıç, baş taraf.
İBTİDÂ-İ KIRAAT: İlk okuma. Okumaya başlama.
İBTİLÂ: Belaya uğramak, musibete düşmek, kötü şeye düşkünlük.
İCÂBET: 1. Kabul etme. 2. Muvafakat etme.
İCÂD U İBDÂ: Yapma ve yaratma.
İ'CÂZ: 1. Aciz bırakma. 2. Mucize göstererek muhatabı cevap veremez duruma düşürme. 3. Aciz bırakma.
İCÂZ: 1. Sözü kısa söyleme. 2. Az sözle çok mânâ anlatma.
İCBÂR: Zorlama, cebretme.
İCL: Dana, buzağı.
İCMÂ: Dağınık şeyleri bir araya getirme, toplama.
İCMÂ-I ÜMMET: Büyük fakihlerin dinle ilgili bir konuda görüş birliğinde olmaları.
İCMÂL: Kısaltma, ihtisar, özet.
İCTİMAGÂH: Toplantı yeri.
İCTİNÂB: Çekinme, sakınma.
İDÂRE-İ KELÂM: Sözü mümkün mertebe yürütmek, işi idare etmek.
İDDET: Bekleme süresi. İslâm hukukunda kocasından boşanan bir kadının 100 gün, kocası ölen bir kadının 130 gün bekleme müddeti. Bu müddet geçmeden başkasıyla evlenemez.
İDGÂM: Birbirine benzeyen iki harfi bir yazıp şeddeli okuma.
İDHÂL: Dâhil etme, içine alma.
İDLÂL: Dalâlete sokma, sapıtma.
İDLÂL-İ İLÂHÎ: Allah'ın kulu saptırması.
İDRÂK: 1. Anlayış, akıl edinme. 2. Yetişmek, erişmek. 3. Olgunlaşma çağını bulma.
ÎFÂ: 1. Ödeme, yerine getirme. 2. Bir işi yapma. 3. İş görme.
İFK: İftira, iftira ekmek, Hz. Aişe'ye yapılan iftira.
İFLÂH: Felâha, selâmete kavuşmak.
İFNÂ:: Mahvetmek, yok etmek.
İFRÂT: Haddi aşma, pek ileri gitme.
İFRÂZ: Bütünden parça ayırma. Bölme.
İFRÎT: Çetin cin, öfkeli insan.
İFTİTAH TEKBİRİ: Namaza başlama tekbiri.
İGÂSE: İmdada yetişmek, yardım etmek.
İĞFÂL: Yanıltma ve aldatma.
İĞTİSÂL: Gusletme.
İĞVÂ: Ayartma, baştan çıkarma.
İHÂTA: 1. Kuşatma, etrafını çevirme. 2. Geniş tam bilgi ve ihtisas.
İHDÂS: Ortaya çıkarma.
İHFÂ: Gizleme, saklama.
İHLÂL: "Halel"den bozma, sakatlama, kusurlu hale getirme.
İHLÂS: Samimiyet, doğruluk, riyasızlık. Kur'ân-ı Kerim'in 112. Sûresi.
İHMÂL: Mühlet verme.
İHRÂC: Çıkarmak.
İHRÂM: Hacıların giydikleri dikişsiz elbise.
İHRÂZ: Nail olmak, kazanmak, almak.
İHSÂN: 1. İyilik etme. 2. Bağış, bağışlama. 3. Sağlamlaştırma.
İHTİCÂC: Hüccet, delil göstermek.
İHTİDÂ: Hidayete ermek, İslâm olmak.
İHTİKÂR: 1. Haksız kazanç, aşırı kâr, vurgunculuk. 2. Hakarete katlanmak.
İHTİLAF: Ayrılma, ayrışma, çözülme.
İHTİLAF-I EDYÂN: Dinlerin ayrılıkları, farklı farklı oluşları.
İHTİLÂM: Düş azması, uyurken cenabet olma.
İHTİLÂT: Karışma, karışıp görüşme komplikasyon.
İHTİRAS: Bir şeyi fazla arzulama ve ona fazla düşkünlük.
İHTİRAZ: Sakınma, çekinme.
İHTİRÂZÎ: Çekinme, sakınma ile ilgili.
İHTİSAR: Kısaltma, icmâl etme.
İHTİSAS: Özellik kazanma, uzmanlaşma.
İHTİVA: İçine alma, içinde bulundurma, içerme.
İHTİYAR: Seçme, seçilme.
İHTİZÂZ: 1. Haz duymak, ferahlanmak. 2. Titreşim.
İHVAN: Kardeşler, arkadaşlar, aynı tarikata mensup olanlar.
İHYÂ: Diriltme, hayat verme.
İKÂB: Ceza, azap, cezalandırma.
İKAL: 1. Bağ. 2. Ayak bağı.
İKÂLE: 1. İki tarafın isteğiyle alışverişi bozmak. 2. Dememiş iken "dedim" diye iddia etmek.
İKÂME: Yerleştirmek, iskan etmek, vücuda getirmek.
İKÂMET: İmamlık, halifelik, önderlik.
İKÂNİYYE: Yakînî bilgiye tabi olanlar. Din ve bilginlerce ileri sürülen şeyleri delil aramaksızın doğru sayan anlayış.
İKLÂB: Çevirme, bir halden başka bir hale döndürme.
İKTİBAS: 1. Ödünç almak. 2. Bir kelimeyi, bir cümleyi veya bunların mânâlarını olduğu gibi alma, aktarma.
İKTİDÂ: Uymak, tabi olmak.
İKTİSAB: 1. Kazanma. 2. Tahsil etme. 3. Elde etme.
İKTİSÂD: Ekonomi. Toplumun tutumluluğu.
İKTİZA: 1. Lazım gelme, gerekme. 2. İşe yarama, yararlık.
ÎLÂ: 1. Yemin etmek. 2. Erkeğin, bir müddet karısına yaklaşmaması. için yemin etmesi. 3. Sıkıntı ve derde uğrama.
İLÂF: Ülfet ettirme, ülfet ettirilme, alıştırma, uzlaştırma.
İLÂH: Mabud, tanrı.
İ'LÂ-YI KELİMETULLAH: Allah'ın adını yüce tutmak.
İLHÂD: 1. Dinsizlik, inanç bozukluğu. 2. Allah inancından ayrılış, tevhid inancından ayrılma.
İLLET: Hastalık, sebep, gaye, hedef.
İLLET-İ ÛLÂ: Birinci sebep, ilk sebep.
İLLET-İ VÜCÛD: Varlık sebebi.
İLLİYYET: Sebep ile ilgili, sebeplilik.
İLME'L-YAKÎN: İlmî bilgi. Kesin bilgi.
İLM-İ FERÂİZ: İslâm hukukunda miras taksimi ile ilgili bilim dalı.
İLM-İ HÂL: İslâm dininin her müslüman için bilinmesi gereken temel bilgileri.
İLM-İ HEY'ET: Astronomi ilmi.
İLM-İ HİKMET: Düşünce bilgisi, felsefe.
İLM-İ LEDÜNN: Gayb ilmi, Allah'ın sırlarına ait ilim.
İLM-İ MEÂNÎ: Meânî ilmi, belagat.
İLM-İ TEVHİD: İlm-i kelâm.
İLM-İ USÛL ve AKÂİD: Usûl ve akâid ilmi.
İLM-İ VEHBÎ: Allah tarafından verilen ilim.
İLTİBAS: Benzeyen şeyleri birbirine karıştırma. Şaşırıp yanılma.
İLTİCA: Sığınma.
İLTİZAM: 1. Kendisi için gerekli sayma. 2. Bilerek, isteyerek taraf tutma.
İLZAM: Delil göstererek muhalifi susturmak.
İ'MÂL: Yapma, işleme, iş yapma.
İMÂLE: 1. Bir tarafa meylettirmek, bir tarafa eğmek. 2. Bir heceyi vezne uydurmak için uzatarak okumak.
İMDÎ: Artık, bu halde, böyle olduğu halde.
İMKÂN VE CÜNÛB: Mümkün ve gereklilik.
İMLÂ: Doldurma, yazdırma.
İMSÂK: 1. Oruca başlama zamanı. 2. Kendini tutmak, bir şeyden el çekmek.
İMTİNA: Çekinme, vazgeçip geri durma.
İMTİSÂL: Örnek kabul etme.
İNÂBE: 1. Günahlardan vazgeçip Hak yola dönmek. 2. Bir mürşidden el alıp yerine geçme.
İNADİYYE: Eşyanın hakikatini inkâr etme felsefesine bağlılık.
İN'ÂM: İhsan, nimet verme.
İNÂS: Kadınlar, kızlar.
İNÂYET: 1. Dikkat, gayret, özenme. 2. Lütuf, ihsan, iyilik.
İNDALLAH: Allah yanında.
İNDE'L-CUMHUR: Çoğunluğun yanında, çoğunluğun nazarında.
İNDE'L-HÂCE: İhtiyaç zamanında.
İNDİRAC: İçine konma, arasına sıkışma. Derecelenme.
İNDİYYE: Kendi görüşüne tabi olan.
İNFAK: Nafaka verme, besleme, geçindirme.
İNFİSÂL: 1. Ayrılma, 2. Azledilme, işinden uzaklaşma.
İNFİTÂR: Yarılma, açılma.
İNHİRÂF: Doğru yoldan sapma.
İN'İKÂS: Bir yere çarpıp geri dönme, aksetme.
İNKÂR: Tanımama.
İNKIBÂZ: 1. Büzülüp toplanma, çekilme. 2. Kasvet, keder, sıkıntı. 3. Kabızlık, peklik.
İNKILÂB: Bir halden başka bir hale dönme.
İNKIRAZ: Tükenme, blitme, kırılıp yok olma.
İNKITÂ: Kesilme.
İNKIYÂD: Boyun eğme, mutî olma, itaat etme.
İNKİŞÂF: Gelişme, ilerleme.
İNS U CİN: İnsan ve cin.
İNS: İnsan.
İNŞÂ: Yapma, vücuda getirme.
İNŞİKÂK: İkiye ayrılma, yarılma.
İNŞİRAH: Ferahlamak, sevinç duymak.
İNŞİRAH-I SADR: Vicdan ferahlığı,vicdan huzuru.
İNTAK: Nutka getirmek, söyleme yeteneği olmayanı söyletmek.
İNTİBAK: Uyma, uygun hale gelme. Edebiyatta iki zıd şeyin ortak özelliğini bulup birleştirme.
İNTİFÂ: Fayda sağlama, menfaatlanma.
İNTİŞÂR: Yayılma.
İNZÂL: İndirme, indirilme.
İNZÂL-İ MENÎ: Üreme organından meni çıkması.
İNZÂR: Korkutmak, sakındırmak.
İ'RÂB: 1. Düzgün konuşma ve hakikatı belirtme. 2. Arapça kelimelerin sonundaki harf veya harekenin değişmesi.
İRÂDE-İ CÜZ'İYYE: Allah tarafından insanın yetkisine bırakılan cüz'î irade. İnsan iradesi.
İRÂE: "Rü'yet"ten: Gösterme, tayin etme.
İ'RÂZ: Yüz çevirme, başka tarafa dönme.
İRBE: Kadına ihtiyaç duymayan erkek.
İRCA': Döndürme, geri çevirme.
İRS: 1. Ölen kişinin mirasçılarına kalan mal veya para. 2. Veraset, soya çekim.
İRŞAD: Doğru yolu gösterme.
İRTİCÂ': Gerilik, geriye gitme, eskiyi isteme.
İRTİDÂD: Din değiştirme, dinden çıkma, dinden dönme.
İRTİFÂ': Yükseklik, yükselme.
İRTİHÂL: Vefat etmek, ölmek.
İRTİKÂB: 1. Kötü bir iş işleme. 2. Rüşvet yeme.
İS'ÂF: Birinin isteğini kabul edip yerine getirme.
ÎSÂL: Ulaştırma, vardırma.
İSKÂT: (Sükut'tan) Susturma.
İSKAT: 1. Düşürme, aşağı alma. 2. Hükümsüz bırakma, iptal etme.
İSKAT-I CENİN: Çocuk düşürme.
İSM-İ ÂZAM: Allah Teâlâ'nın en büyük adı.
İSM-İ FAİL: İş yapan kimse.
İSM-İ HÂS: Özel isim.
İSNAD-I MECAZÎ: Mecazî isnad, bir sözün mecaz anlamını tercih etmek.
İSNEYN: 1. Pazartesi günü. 2. İki.
İSRA: Gece yürüyüşü, yürütme.
İSTİÂB: İçine alma, kaplama.
İSTİÂRE: 1. Ödünç alma. 2. Bir kelimenin mânâsını muvakkaten başka bir kelime hakkında kullanma.
İSTİÂRE-İ TEMSİLİYYE: Teşbihin esas unsurlarından biri ile yapılan benzetme.
İSTİÂZE: "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" sözünü söyleyerek Allah'a sığınma, eûzü çekme.
İSTİB'ÂD: Uzaklaşma, uzaklaştırma, akıl dışı sayma.
İSTİ'DÂD: 1. Alışma, ünsiyet. 2. Kabiliyet.
İSTİDLÂL: Bir delile dayanarak bir şeyden netice çıkarmak. Delil getirerek anlamak.
İSTİDRÂC: 1. Derece derece yükselmeyi istemek. 2. Fâsık veya kâfir olduğu belli bir şahsın gösterdiği harika.
İSTİDRÂK: Yetişme, nail olma.
İSTİFA: Memuriyetten azlini istemek.
İSTİFHAM: Anlamaya çalışmak, soru sormak, soru.
İSTİFHAM-I İNKÂRÎ: Olumsuzu pekiştiren soru şekli. "Hiç yapar mı?" ifadesindeki gibi.
İSTİGÂSE: 1. Yağmur isteme, yağmur duası etme. 2. Yardım ve imdad isteme.
İSTİĞFÂR: Af talep etme.
İSTİĞNA: Gönül tokluğu.
İSTİĞRAK: Bir şeyi baştan aşağı kaplamak. Tasavvuf erbabının vecde gelip kendinden geçmesi. İstiğrak lâmı: Bir cinsin bütün bireylerini içine alan belirtme edatı, lâm-ı tarif, diğer adıyla harfi tarif.
İSTİHBÂR: Haber ve bilgi alma.
İSTİHFÂF: Hafife alma, önem vermeme, hor görme.
İSTİHLÂK: Tüketme, kullanarak yok etme.
İSTİHSÂL: Üretmek, hâsıl etmek, çoğaltmak.
İSTİHSÂN: Beğenme, iyi ve güzel bulma.
İSTİHZÂ: Alay etmek.
İSTİKBÂL: 1. Gelecek zaman. 2. Gelen bir kimseyi karşılamak.
İSTİKRÂ: 1. Gezme, dolaşma, âvârelik, konuklama. 2. Bir şey hakkında etraflı bilgi edinme.
İSTİKRÂH: Kerih ve kötü görmek, tiksinmek bir şeyi beğenmemek, bir şeyi zorla yapma.
İSTİLÂ: Bir yeri kuvvet kullanarak ele geçirmek.
İSTİ'LÂM: 1. Selâm vermeyi isteme. 2. Kâbe'yi tavaf esnasında Hacerü'l-Esved'i selâmlamak.
İSTİ'MÂL: Kullanma.
İSTİMDÂD: Yardım isteme.
İSTİMRÂR: Devamlılık.
İSTÎNÂF: 1. Yeniden başlama. 2. Bidayet mahkemesinde verilen bir hükmün bir üst mahkemeye başvurarak feshini isteme.
İSTİNÂFİYYE: 1. Yeniden başlamaya ait. 2. İstinaf mahkemesine ait. 3. Arapça'da bir soruya cevap anlamında bulunan cümle.
İSTİNBÂT: Bir iş veya sözden gizli bir anlam çıkarmak, tahmin etmek.
İSTİNBÂT: Bir söz veya işten gizli bir mânâ çıkarma, zımnen, açık olmayarak, dolayısıyla anlama.
İSTİNKÂF: Kabul etmeme, yüz çevirme, çekimser kalma, reddetme.
İSTİNSÂH: Nüshasını çıkarma, bir sûretini çıkarma, kopye etme.
İSTİSÂL: Kökünden sökmek.
İSTİSHÂB: "Sohbet"den: Yanına alma, yanına alınma.
İSTİSKÂ: 1. Su isteme. 2. Yağmur duasına çıkma. 3. Vücudun bir yerinde su toplanması.
İSTİŞÂRE: Müşavere etme, danışma.
İSTİŞHÂD: 1. Şahid gösterme. Delil getirme, belge. 2. Şehid olma.
İSTİTÂAT: Güç yetirme, kudret.
İSTİTÂR: Örtünmek, kapanmak.
İSTİVÂ: 1. Müsavî olma, denk olma. 2. Düz olma, düzlük. 3. Kaplama, örtme. 4. Ortada ve tam bir derecede bulunma.
İSTÎZÂN: İzin isteme.
İŞ'ÂR: 1. Yazı ile haber verme. 2. Anlatmak, bildirmek.
İŞKİL: Kuşku, zan.
İŞMÂM: "Şemm"den. 1. Koklatma, koklatılma. 2. Tecvid ıstılâhında harfin zamme harekesine işaret etme.
İŞRÂK: "Şark"tan: 1. Güneşin doğması ve etrafı ışıklandırması. 2. Parlama, ışıklandırma.
İŞTİÂL: Alevlenme, tutuşma.
İŞTİBÂH: Şüphelenme, şüpheye düşme.
İŞTİGÂL: Meşguliyet, uğraşma.
İŞTİHÂR: Şöhret bulma, ün kazanma.
İŞTİKÂK: Bir kökten parçalara ayrılmak. Türeme.
İŞTİRA: Satın alma.
İŞTİYAK: Fazla arzu ve şevk. Hasret çekmek, özlemek.
İTÂB: Azarlama, tekdir etme.
İ'TİKÂF: Bir yere çekilip tek başına ibadetle meşgul olmak.
İ'TİNÂ: Çok dikkat etme, özenme.
İ'TİZÂL: 1. Bir tarafa çekilme. 2. İşten çekilme. 3. Vâsıl b. Ata'nın kurduğu Mutezile mezhebini benimseme. 4. Takımdan ayrılma.
İ'TİZÂR: Özür dileme.
İTKAN: 1. Muhkem, sağlam kalma. 2. İnanma, emin olma.
İTLÂF: Telef etmek, ziyan etmek.
İTMÂM: Tamamlama, ikmâl etme.
İTMİ'NÂN: Emin olma, güvenme. Kalbin mutmain olması. Gönülden inanma.
İTTİBÂ: Tâbi olma, uyma, ardısıra gitme.
İTTİHAD: Birlik, beraberlik.
İTTİKÂ: Sakınma. Takva ehlinden olma.
İTTİRAD: Düzenli, uygun biçimde sıra ile birbirini izleyen. Biteviye.
İTTİSÂF: Vasıflanmak, bir sıfat sahibi olmak.
İVAZ: Karşılık olarak verilen şey, bedel.
İVME: Acele etme, koşma.
İZÂFET: 1. İki şey arasındaki ilgi, bağ. 2. İsim tamlaması, isim takımı.
İZÂHÂT: Açıklamalar.
İZÂLE: Giderme, def etme, yok etme.
İZÂN: Zekâ, anlayış.
İZÂR: Belden yukarıya mahsus örtü, peştemal, futa.
İZMÂR: Gizleme, saklama.
İZMİHLÂL: Yok olma, mahvolma.
İZZET: Değer, şeref, saygınlık.
KABİH-KABİHA: Çirkin, yakışıksız, fena, ayıp.
KÂBİL: 1. Kabul eden, kabul edici. 2. Olan, olabilir.
KABİLİYET: Anlama, anlayış, kabul edebilirlik, alabilirlik.
KABİR: Mezar, ölünün gömüldüğü yer.
KABZ: 1. El ile tutma, avuç içine alma, kavrama. 2. Bir malı teslim alma. 3. Peklik, kabız.
KABZA: 1. Tutacak, tutanak yeri, sap. 2. Bir avuç, bir tutam, bir el dolusu şey. 3. Pençe.
KADEM: 1. Ayak, adım. 2. Yarım arşın uzunluğunda bir ölçü. 3. Uğur.
KADER: Cenab-ı Hakk'ın kâinatta mevcut her şeyin bütün özelliklerini ezelden bilip takdir etmesidir.
KADÎM: 1. Eski. 2. Öncesini bilir kimse bulunmayan, öncesi bilinmeyen şey. Başlangıcı olmayan, ötedenberi mevcut bulunan.
KADİR-İ MUTLAK: Mutlak güçlü (Allah).
KADİR-U KAYYUM: Kadir ve Kayyum (Allah).
KADR: 1. Değer, itibar, onur, haysiyet, meziyet. 2. Rütbe, derece.
KÂFÎ: Elveren, yetişen, yeter.
KÂFİR: 1. Hakk'ı tanımayan, bilmeyen, 2. Allah'ın varlığına ve birliğine inanmayan. 3. Küfreden, küfredici. 4. İyilik bilmeyen, nankör.
KAHHÂR: 1. Ziyadesiyle kahreden, kahredici, yok edici, batırıcı. 2. Allah'ın isimlerinden biri.
KAHIR: 1. Aşırı üzüntü, acı, keder. 2. Ezici davranış, zulüm. 3. Baskı ile iş gördürme, zorlama.
KÂHİN: 1. Gaipden haber verme iddiasında bulunan kimse, falcı. 2. İlkel dinlerin ruhani reisleri.
KÂHİR: 1. Kahreden, zorlayan. 2. Üstün gelen, ezen, ezici. 3. Yok eden, ortadan kaldıran.
KAHR: 1. Zorlama, zorla bir iş gördürme. 2. Üstün gelerek mahvetme, batırma, ezme. 3. Çok kederlenme, çok üzüntü duyma.
KAİDE: 1. Esas, temel. 2. Usul, nizam, kural. 3. Taban. 4. Ayaklık. 5. Yaprakların köke birleştiği yer.
KAİDE-İ KÜLLİYYE: Açık, sarih olan hükümler, genel kurallar.
KAİL: 1. Söyleyen, diyen. 2. Razı olmuş, boyun eğmiş.
KAL': Koparma, koparılma, sökme, sökülme, çıkarılma, temelinden çekip atma.
KALBEDEN: Değiştiren, çeviren.
KALP: 1. Yürek. 2. Yürek hastalığı. 3. Gönül. 4. Her şeyin ortası, ehemmiyetli, alıcı noktası, değiştirme, çevirme.
KÂM: 1. Meram, arzu, istek, amel. 2. Lezzet, zevk.
KAMER: Ay.
KÂMİL: 1. Bütün, eksiksiz, tam. 2. Kemale ermiş, olgun. 3. Geniş bilgili, kültürlü, bilgin.
KANÛN: Devletin yasama kuvveti tarafından herkesçe uyulmak üzere konulan her türlü nizam, kaide.
KARÂBET: Soyca yakınlık, hısımlık, akrabalık.
KÂRBÂN: Kervan.
KÂRHÂNE: 1. İş yeri, iş yapılan yer, dükkan.
KÂRİ': 1. Kıraat eden, okuyan, okuyucu. 2. Kur'ân'ı usulünce okuyan.
KÂRİA: 1. Pek şiddetli rüzgâr, 2. Ansızın gelen büyük belâ. 3. Kıyamet. 4. Belâdan kurtulmak üzere okunan "el-Kariâtü" sûresi.
KARÎB: Yakın, yakın olan, uzak olmayan, soyca yakın.
KARÎN: 1. Yakın. 2. Bir şeye sahip olan, bir şeye nail olan. 3. Hısım, komşu, arkadaş gibi yakın.
KARÎNE: Karışık bir iş veya meselenin anlaşılmasına yarayan hal, ipucu.
KARÎNE-İ MANİA: Kelimenin gerçek anlamında alınmasına engel olan ipucu.
KARN: 1. Boynuz. 2. Yüz yıllık zaman. 3. Vakit, zaman. 4. Yaşıt, bir yaşta olan.
KARÛN: 1. İsrailoğullarında zenginliği ile meşhur olan bir insan. Krezüs. 2. Çok zengin.
KARYE: Köy.
KARZ: 1. Ödünç verme, ödünç alma. 2. Ödünç verilen veya alınan şey, borç.
KARZ-I HASEN: Faizsiz verilen borç.
KASEM: Yemin, and.
KASIR: 1. Kısa. 2. Küsur.
KÂSİB: Kesbeden, kazanan, kazanmak için çalışan, kazanç sahibi.
KASÎDE: Onbeş beyitten aşağı olmamak, bütün beyitlerin ikinci mısraları en başta bulunan mısra ile kafiyeli bulunmak ve daha çok büyükleri övmek üzere yazılan nazım. Koçaklama.
KASR: 1. Kısa kesme, kısaltma, kısma. 2. Azaltma, kesme, eksiklik. 3. Köşk, saray, 4. Tahsis. 5. Kıraatte uzatmadan okumak.
KASR-I SALÂT: Seferde olan bir kimsenin dört rekatlı namazı ikişer rekat kılmakla namazı kısaltması.
KASVET: 1. Katılık, sertlik. 2. Merhametsizlik, acımasızlık. 3. Sıkıntı, gönül darlığı.
KÂŞİF: Keşfeden, bulan, meydana çıkaran.
KAT': 1. Kesme, biçme. 2. Halletme, karar verme, sona erdirme, bitirme.
KATİL: 1. Katleden, öldüren. 2. Adam öldüren kimse.
KATL: Öldürme.
KATL-İ ÂM: Halkı bütünüyle kılıçtan geçirme.
KAVÂİD: Kaideler, usüller, kurallar.
KAVÂİD-İ KÜLLİYYE: Genel kaideler, kurallar.
KAVÎ: 1. Kuvvetli, güçlü. 2. Güvenilir, sağlam.
KAVL (Kavil): Lakırdı, söz, söz atma.
KAVL-İ İLÂHÎ: İlâhî söz.
KAVLÎ: Söz ile ilgili, söz olarak, sözde.
KAVM: 1. İnsan topluluğu. 2. Bir peygamberin gönderildiği topluluk.
KAYD: 1. Bağlanma, bağlayacak şey. 2. Bir yere yazma. 3. Sınırlama, belirtme. 4. Önem verme, unsurlama.
KAYD-İ HAYAT: Yaşadığı sürece, ölene dek.
KAYLULE: Öğle uykusu.
KAYSER: Eski Roma ve Bizans imparatorlarının lakabı, hükümdar.
KAYYUMİYET: Kendiliğinden eze-lî ve ebedî olarak var olmak.
KAZÂ: 1. Allah'ın ezeldeki hükmü 2. Kadılık (ilçe) merkezi. 3. Kadılık etme işi, mahkemenin kararı, hükmü. 4. Yapma, yapılma, işleme. 5. İstemeden yapılmış bir kötülük.
KAZAYA: Kaziyeler, önermeler, işler, meseleler.
KAZF: İftira etmek, isnat etmek, kadına zina isnat etmek.
KÂZİF: Bir kadına zina suçu isnat eden.
KAZİYYE: 1. İş, mesele, dava. 2. Önerme.
KAZİYYE-İ BEDİHİYYE: Bedîhî kaziyye, isbata muhtaç olmayan açık hüküm.
KAZİYYE-İ MUHKEME: Kesin hüküm, değişmez ilke.
KEBAİR: Büyük günahlar.
KEBÎRE: Büyük günah.
KEBÎRU'L-MÜTEÂL: Açık ve gizli her şeyi bilen, büyük ve yüce olan. Allah Teâlâ.
KEF: Köpük.
KEFARET-KEFFARET: İşlenen bir günaha, bir yeminin bozulmasına karşılık verilen sadaka.
KEFERE: Kâfirler, inanmayanlar.
KEHANET: Kâhinlik, gaipten haber verme, falcılık.
KEHLE: Bit.
KELÂLE: 1. Akrabalığı uzaktan olma. 2. Yorulma, tükenme. 3. Bıçak kör olma.
KELAM: 1. Söz, söyleyiş, nutuk. 2. Dil, lehçe. 3. Kelâm ilmi, İslâmî inanç meselelerinden bahseden ilim.
KELÂM-I NEFSÎ: İçten kendi kendine konuşma. Cenab-ı Hakk'ın harf, ses ve söz olmaksızın zatî kelamı.
KELÂMÎ: 1. Sözle ilgili, söze ait. 2. Kelamcılar yolu.
KELAMULLAH: Allah sözü, Kur'-ân-ı Kerim.
KELB: Köpek.
KELB-İ AKUR: Salar, azgın, ısırıcı köpek.
KELB-İ MUALLEM: Ava alıştırılmış köpek.
KELEPİR: Zahmetsiz, ücretsiz, çok ucuz ele geçen.
KEMAL: 1. Olgunluk, olma. 2. Eksiksizlik, tamlık. 3. Değer, baha. 4. Bilgi, fazilet.
KEMALAT: Faziletler, olgunluklar, insanın bilgi ve güzel ahlâkça tam ve olgun olması.
KEMMİYET: 1. Sayı. 2. Nicelik. 3. Tekillik veya çoğulluk.
KERAHET: 1. İğrenme, istemeyerek zor altında yapma. 2. Şeriatin yasaklamadığı fakat harama yakın olma ihtimali olan ve çekinilmesi gereken husus.
KERAMAT: Kerametler, velilerin olağanüstü işleri.
KERH: İğrenme, tiksinme, istemeyerek zor altında yapma.
KERHEN: İstemeyerek, tiksinerek, zor altında kalarak yapma.
KERİH: İğrenç, tiksindirici, pis kokan.
KERÎM: Kerem sahibi, cömert, ulu, büyük.
KERR Ü FER: Muharebede geri çekilerek tekrar hücuma geçme.
KERR: Çekilme ve yeniden hücum etme.
KESAD: 1. Kıtlık, yokluk. 2. Sürümsüzlük, alış-veriş durgunluğu.
KESAFET: 1. Sıkılık, tokluk. 2. Kalınlık, yoğunluk. 3. Saydam olmama. 4. Koyuluk. 5. Kalabalık.
KESB: 1. Kazanma, kazanç, edinme. 2. Geçimi sağlama için kullanılan âlet veya iş.
KESBÎ: Sonradan, kazanılarak olan.
KESRET: 1. Çokluk, bolluk, ziyadelik. 2. Kalabalık.
KEŞF: 1. Açma, meydana çıkarma, gizli bir şeyi bulma, bir sırrı öğrenme. 2. Allah tarafından ermişlere ilham edilen gizliyi bilme yetisi.
KEŞİŞ: Karabaş, evlenmez rahip, manastır rahibi.
KETM: Gizleme, sır tutma, söylememe.
KEYFEMAYEŞA: Nasıl isterse.
KEYFEMETTEFAK: Rastgele, her nasıl rastlarsa.
KEYFİYET: 1. Nitelik, bir şeyin nasıl olması. 2. Bir olayın geçişi. 3. Madde, iş.
KEZA: Böyle, böylece, bu dahi böyle.
KEZALİK: Keza, bu da öyle, böylece.
KEZZAB: Çok yalancı, çok yalan söyleyen.
KIBLE: Namazda yönelinen taraf, Kâbe'nin bulunduğu taraf.
KILADE: Gerdanlık.
KILLET: Azlık, kıtlık.
KIRAAT-İ ÂSIM: Âsım kırâeti, bizim kırâetimiz.
KIRÂET: Okuma, ibare sökme, düzgün ve sürekli okuma. Kur'ân okuma.
KIRÂET-İ AŞERE: Kur'ân'ın on kırâet üzere okunması. Kırâet imamları şunlardır: Nafi, İbn Kesir, Ebu Amr, İbn Amir, Asım, Hamza, Kisaî, Ebu Cafer, Yakub ve Halef.
KIRAN: 1. Yakınlık. 2. İki gezegenin bir burçta bulunması.
KIRTAS: Kâğıt.
KISAS: Kıssalar.
KISAS: Öldürmenin öldürme, yaralamanın yaralama ile cezalandırılması: Göze göz, dişe diş gibi.
KISAS-I ENBİYA: Peygamberlerin kıssaları.
KISM: Parçalara ayrılmış şeyin her parçası, çeşit.
KISSA: Anlatılan gerçek veya uydurma olay, hikâye.
KISSÎS: Keşiş.
KIST: Ölçü ve tartıda doğru davranma. 2. Pay, parça. 3. Parça parça verilen bir şeyin bir defada ödenmesi.
KISTAS: Terazi, ölçü, ölçü birimi.
KIT'A: En az iki beyitten meydana gelmiş olan nazım parçası.
KITAL: Vuruşma, savaş.
KIYAM: 1. Kalkma, ayakta durma, ayağa kalkma. 2. Namazın ayakta kılınan kısmı. 3. Bir işe kalkışma. 4. Karşı koyma, ayaklanma.
KIYAMET: Ölümden sonra dirilme, kıyamet günü.
KIYAS MAA'L-FÂRIK: Birbirine benzemeyen şeyler arasında yapılan kıyas.
KIYAS: 1. Bir şeyi bir şeye benzeterek veya ona göre tutarak hüküm verme. 2. Benzetme, genel kurala uydurma. 3. Hakkında âyet ve hadis olan benzerlerine göre hükmetme.
KIYAS-I CELÎ: Açık ve belirli olan kıyas.
KIYAS-I FÂSİDE: Yanlış, bozuk, geçersiz kıyas.
KIYAS-I HAFİ: Gizli, belirsiz kıyam.
KIYASÎ: Kıyasan uygun olan.
KIYMET: Değer, tutar, bedel, itibar, onur.
KİBR: Büyüklük, büyük olma, büyüklük taslama, yüksekten bakma.
KİBRİYA: 1. Büyüklük, ululuk. 2. Allah.
KİFAF-KEFAF: 1. Bir şeyin misli, miktarı. 2. İhtiyaca yetecek kadar rızık, yiyecek.
KİLAB: Köpekler.
KİNÂYE: Doğrudan doğruya değil, dolaylı anlam taşıyan söz.
KİSRA: Eski İran hükümdarlarının lakabı.
KİSVE: Elbise, özel kıyafet, kisbet.
KİTABET: Yazmak, kâtiplik.
KİTAB-I EKMEL: En mükemmel kitap, Kur'ân.
KİTAB-I MÜBİN: Açık, hak ile batılı ayıran kitap, Kur'ân-ı Kerim.
KİTAB-I MÜNİR: Nurlu kitap, Kur'ân-ı Kerim.
KİTABULLAH: Allah kitabı, Kur'-ân-ı Kerim.
KİTMAN: Sır saklama, kimseye sır açmama hali, sır tutarlık.
KUBH: Çirkinlik, çirkin iş.
KUBUR: Mezarlar, kabirler.
KUDRET: 1. Güç. 2. Allah'ın bütün varlıkları kuşatmış olan gücü. 3. Varlık, zenginlik. 4. Ehliyet, becerebilme.
KUDRET-İ BÂLİGA: Kemal bulmuş güç.
KUDSÎ: Kutsal, melekut ve lâhut âlemine mahsus.
KUDUM: 1. Uzak bir yerden, uzun bir yoldan gelme. 2. Ayak basma.Teşrif etme.
KULUB: Kalpler, gönüller.
KURBET: 1. Yakınlık, Allah'a yakınlık. 2. Hısımlık, akrabalık.
KURUN: Zamanlar, devirler, büyük tarih bölümleri.
KURUN-İ ÂHİRE: Son asırlar.
KURUN-İ KADİME: Eski çağlar.
KURUN-İ SÂLİFE: Geçmiş asırlar.
KURUN-İ ULÂ: İlk çağlar.
KURUN-İ VUSTA: Orta çağlar.
KUUD: Oturma, namazın oturarak kılınan kısmı.
KUVVE: 1. Kuvvet, güç. 2. Fikir, niyet. 3. Yeti. 4. Nitelik. 5. Duyu.
KUVVET: Güç, takat, kudret.
KÜFFAR: Kâfirler, inkârcılar.
KÜFR: 1. Allah'a inanmama ve ona ortak koşma. 2. Dinsizlik, imansızlık, kâfirlik. 3. Nankörlük. 4. Kaba, ayıp söz söyleme, sövme.
KÜFRAN: Görülen bir iyiliği unutma.
KÜFRAN-I NİMET: Nankörlük.
KÜHULET: Orta yaşlılık, olgunluk çağı.
KÜLFET: Zahmet, zor iş.
KÜLLÎ: Genel, bütün, çok, tümel.
KÜLLİYAT: Bütün hepsi, bir yazarın bütün eserleri.
KÜLLİYET: Genellik, bütünlük, çokluk.
KÜNH: Bir şeyin aslı, temeli, dip, kök, öz.
KÜNYE: Künye, kişinin kimliğinin yazılı olduğu kâğıt veya levha.
KÜRRE: Küre, yuvarlak, top.
KÜRRE-İ ARZ: Yerküre, dünya, yeryüzü.
KÜRSÎ: 1. Oturulacak yüksekçe yer, taht, makam. 2. Arş-ı a'lâ'nın altında bulunan, yer ve gökleri kuşatan alan.
KÜSUF: Güneş tutulması.
KÜTÜB: Kitaplar.
KÜTÜB-İ EHADİS: İlâhî kitaplar: Tevrat, Zebur, İncil, Kur'ân-ı Kerim.
KÜTÜB-İ MÜNZELE: Allah tarafından indirilmiş olan kutsal kitaplar.
KÜTÜB-İ SÂLİFE: Geçmiş, eski kitaplar.
KÜTÜB-İ SİTTE: Altı hadis kitabı: Buhârî, Müslim, İbn Mâce, Ebu Davud, Tirmizî, Nesaî.


883">